Saturday, July 10, 2010

"parachutes"la 10 yıl

2000 yılında bir yaz gecesiydi. haftada dört saat (salı ve perşembe geceleri saat 12'den sonra) mtv'de farklı bir şeyler duymak için yakaladığımız "alternative nation" seanslarından birisindeydi. kabak kafalı, saf suratlı bir çocuk sahil boyunca tatlı tatlı şarkısını söylüyordu: "look at the stars, look how they shine for you..."
...
bugün 10 temmuz 2010. tam 10 yıl önce bugün ilk coldplay albümü "parachutes" çıkmış. o gün "ne güzel, kendi halinde nefis bir şarkı yapmışlar" dediğim grup, bugün dünyanın en büyük gruplarından birisi. nereden nereye...
...
"parachutes," 2000'li yılların ilk başyapıtlarından, hadi büyük söz sözlemekten imtina edelim, ilk büyük albümlerinden birisi rock müzikte. birkaç büyük grup dışında rock dinlemek için ya altın yıllarını yaşayan nu-metal camiası, ya da yerin bin kat dibinden giden avant-garde tayfasına başvurabildiğiniz yıllarda, hem popüler, hem de yenilikçi olunabileceğinin kanıtı olmuşlardı. o "yenilik" kimilerince radiohead, kimilerince jeff buckley taklitçiliğinden fazlası değildi belki, ama o kadar samimi bir müzik vardı ki "parachutes"ta, tüm bu meseleleri unutturuyordu bana. jonny buckland'ın bol reverb'lü gitarlarının yarattığı derinliği hiçbir şeye benzetemiyordum ki ben! sinizm gözlerinden baksak "ilkokul ingilizcesi" diyebileceğimiz, benim ise "yalın" ve "samimi" olarak niteleyeceğim chris martin imzalı sözler de epeyi yaralıyordu kalbimi. 2000-2001 boyunca üniversite, başka bir şehre taşınma, ilk defa hayat meseleleriyle tanışma, yalnızlık derken, kimbilir kaç gece karanlıkta dinledim "parachutes"ü.
...
görünmez basamaklarla göğe tırmanıp kendimi aşağı bırakıyordum "spies"ı dinlerken, her seferinde de yere indiğimde "bu kadar güzel bir şarkı olabilir mi?" diyordum. "trouble"ı dinlerken geleneksel kendime acıma seanslarını başlatıyor, "yellow"da her şeye rağmen "aşk imiş her ne var alemde" fikrini galip getiriyordum. "we never change"de yeniden her şeyi kabullenip sakinleşiyordum, gereken umudu da "everything's not lost"ta depoluyordum. bir sonraki turda yine "don't panic" başladığında bu hayatın her şeye rağmen ne kadar güzel olduğunu düşünerek gülümsemeye başlıyordum yine. yeniden başlamıştık işte...
...
10 yıl sonra "parachutes"u dinlediğimde bir parça çiğ geliyor, kabul. ama bu dört delikanlının samimiyetle kendilerini ne kadar açıkça ortaya koyduklarını, belirgin hatalarını dahi kendileriyle dalga geçilmesinden korkmadan paylaştıklarını görmek, hala hoşuna gidiyor insanın. bu geçen 10 yılda coldplay zayıf yanlarını törpülemeyi, gizlemeyi başardı, rockstarlık oyununda ustalaştı ve bir vasat, bir iyi albüm daha çıkarttıktan sonra "viva la vida or death and all his friends" gibi bir başyapıt daha ortaya koymayı başardılar. "u2'culuk oynuyorlar" diye dalga geçildi ama hem ticari anlamda u2'nun seviyesine geldiler, hem de u2'nun 2000'lerdeki kayıtlarının en iyisinin bile daha iyisini çıkartmayı başardılar. eğer çıkıp "biz dünyanın en büyük grubuyuz!" diye bağırınmıyorlarsa, o ilk günkü samimiyeti koruduklarından. ve bono ile tayfasına saygılarından. ama her albümlerinde dev adımlar atmaktan vazgeçmeyen bu grup, gerçekten çok büyük. kendi "the unforgettable fire"larını yaptıktan sonra şimdi sıra kendi "the joshua tree"lerini yapmalarına geldi. bu engeli de aşacaklarına şüphem yok hiç.
...
nereden nereye diyor insan. 10 yıl önce bir hmv'de albümlerinin çıkışını kutlayan grup, şimdi ne halde. hiçbirimiz tahmin edemezdik sanırım bunu, en iyimserimiz, en coldplay sevenimiz, hatta chris martin'in kendisi bile. ama oldu. hepsi de "parachutes"la başladı.

1 comment:

  1. şu dünya üzerinde en en en sevdiğim, en kendimle özdeşleştirdiğim gruptur coldplay. hatta çok daha fazlası ama maalesef bunları kelimelerle ifade etmem çok zor, öyle bir sevgi besliyorum coldplay'e, yaptıkları müziğe. tek isteğim onları dünya gözüyle İstanbul'da izleyebilmek yakın zamanlarda. o da olur heralde diye umuyorum.
    yazıyı gördüğüme çok sevindim, birilerinin bildiğini hatırladığını görmek zor güzel.

    ReplyDelete