Friday, April 13, 2012

Usta Nuri Bilge Ceylan'ın sınıfında

Dün işten erken çıkıp Salon İKSV'nin yolunu tuttum zira ülkenin en iyi, en azından benim en sevdiğim sinemacısıyla geçirilecek yaklaşık bir buçuk saatimiz vardı. 31. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin Master Class'ları arasında beni en heyecanlandıranıydı bu. İstiyordum ki bir büyük ustanın dünyasına biraz daha vakıf olabileyim. Beklentilerimi ziyadesiyle karşıladı. Aslında kayıt cihazım yanımdaydı ama kim olduğunu bilmediğim (ve yönetmenin ekibinden olduğunu sandığım) bir kadın en sevmediğim sözcük olan "Yasak"tan ibaret bir açıklamayla beni engelledi. Orada olamayanlar için kendi notlarımdan söyleşinin öne çıkan cümlelerini aktarayım dedim. (Önemsiz not: Elma sorusunu da ben sordum)

* "Uzak"ın kurgusu bittiğinde bile filme benzeyip benzemediği konusunda şüphelerim vardı. Aslında bu duyguyu bütün filmlerimde yaşarım ama "Uzak"ta özellikle yoğun yaşadım. Eşim Ebru'yla bir yere giderdik mesela, bir oyuna veya bir yemeğe, dayanamaz yine sorardım "Ya Ebru sen gidip şu kurguyu izler misin, filme benzemiş mi?" diye. Bunu bütün filmlerimde yaşadım ama en yoğun olarak "Uzak"ta yaşadım.

* Ödüller aldığımda bir yandan çok seviniyorum ama bir yandan da "Hah, birileri yine bana gıcık olacak" diye rahatsız oluyorum.

* Seyirci homojen bir yapı değildir. Dolayısıyla bir yönetmen en az kendisi kadar zeki bir insana göre film yapmalıdır.

* Bazı filmler her şeyi izleyicisine açıklıyor ama yarım gerçeklikle, belli bir muğlaklıkla film izlemeye alışmalıyız. Hayat da en yakınımızdakinin bile ne hissettiğini anlamadığımız bir muğlaklıkta geçiyor. Yönetmen olarak filmdeki her sorunun cevabı kafanızda olmalı ama her şeyi yazmamalıyız.

* Bir iktidar alanıdır set. Bazen oyuncular, görüntü yönetmeni, teknik ekip, herkesin bir fikri var. Ama bir yönetmen olarak kafanızdaki şeyi gerçekleştirmek için çalışmalısınız. Mesela bir sesçiye bir şey sorduğunuzda bazen size çok teknik bir cevap verebilir, onun işine karışmayın diye. Ama ben gerekirse akşam ona internetten bakıp "Sen öyle dedin ama öyle değilmiş" diye ertesi gün cevap verebilirim.

* Bir sahnede mesela sesçiye "Sesi ortada topla" diyorum, sesçinin hoşuna gitmiyor. Ama ben öyle olmasını istiyorum. Woody Allen mesela, tüm filmleri monodur. Bunu belki izleyici anlamaz ilk başta ama farklı bir his bırakır. Ben Bruno Dumont'un sesini çok severim mesela. Sonra öğrendim ki monoymuş ondan seviyormuşum.

* Oyunculuk hala tam olarak çözemediğim bir alan. Sette istediğiniz oyunu alana kadar atmadığınız takla kalmıyor. Her bir oyuncuyla çalışmanın ayrı metodu var. Keşke tek bir metod olsa ve her seferinde aynı sonucu alsanız ama olmuyor.

* Amatör oyuncular profesyonel oyunculara göre çok daha nazlı oluyor. Profesyonel oyuncularda defalarca tekrar alabiliyorsunuz. "Bir Zamanlar Anadolu'da"da, özellikle Taner Birsel, her bir tekrardan daha çok keyif alıyordu!

* Sahneyi çekerken bir yandan kameranın monitöründen izliyorsunuz aslında filmi. Orada bir şey olmamış diyorsunuz, bazen anlatamıyorsunuz ama inandırıcı olmamış diyorsunuz ve tekrar ediyorsunuz.

* Mesela Bela Tarr'ın filmlerinde kurgu önemli değildir. "İki buçuk saatte kurguyu bitiriyorum" diyor! Ozu'da da öyleydi belki. Ama benim filmlerimde çok önemli. Bazen bir sahnede karakterin üzgün olduğunu çekeceğim. Bir de gülerek oynatıyorum. Çünkü bazen insanlar hissettiklerinin tam tersi tepki verirler. Bunda son kararı kurguda veriyorum.

* (Her filminde daha kalabalık ekiplerle çalışması üzerine) "Bir Zamanlar Anadolu'da" setine bazen dışarıdan bakıyorum, arabalar, tırlar... "Ya bu benim setim mi?" diyordum!

* Ben kısa filmi çok sevmiyorum. Hatta uzun metraj filmin de uzununu seviyorum! Bazen sıkılıyorum da. Ama filmlerde sıkılmayı da seviyorum. Sonradan düşündüğümde böyle filmlerin beni daha çok etkilediğini görüyorum.

* ("Bir Zamanlar Anadolu'da"nın meşhur elma sahnesi hakkında) O sahneyi 30 tekrarda aldık. Eğimli bir alan olduğu için (görüntü yönetmeni) Gökhan Tiryaki hem kurduğu rayların üzerinden atlayarak kamerayı kaydırmak, hem de kamerayı titretmemek zorundaydı. Elmanın düştüğü yerdeki diğer elmaların çürük olmasını istiyordum ama birkaç günde istediğim kadar çürük olmamıştı! O elmanın diğerlerinin arasından kurtulup yoluna devam ettiği bir versiyon daha vardı. Hangisini kullanayım diye çok düşündüm ama sonunda buna karar verdim. İnsanlığın metaforu oldu o sahne.

1 comment:

  1. paylastigin icin cok tesekkurler. keske internette bir videosu da olsa. bu tur seylere gerekli onemi vermiyoruz ne yazik ki. boyle adamlarin agzindan cikan her kelimeyi, halkin onundeki her anlarini kayda gecirip olumsuzlestirmeliyiz ki gelecek nesiller feyz alsin. veya benim gibi yurtdisinda yasayip bu roportajlara katilan gurbetciler de faydalansin. mesela NY film festivalindeki roportaji 52 dakika kaydedilmis ama ingilizce. neden bu adamin universitelerde veya iksv gibi kurumlarda verdigi goruntuler kayip? ulkenin en buyuk yonetmeninden ve en onemli aydinlarindan birinden ogrenilecek cok seyimiz var!

    ReplyDelete