arayı uzattığımın farkındayım. bali'de başladığımız balayının ikinci bölümüne geçelim biz.
bali'deki son günlerimizde "buradan sonra nereye gidiyorsunuz?" sorusuna "cakarta" dediğimiz herkes, "ooo çok kalabalık" "çok trafik var" gibi tepkiler veriyordu. onlara cevaben "hmm öyle mi?" desek de içimizden geçen "biz istanbul'dan geliyoruz ya, cakarta'nın kalabalığı koyar mı bize?" oluyordu. işin aslının öyle olmadığını orada öğrendik. eylül'den beri orada olan (ve önümüzdeki iki yılı orada geçirecek olan) adamımız fırat da "kaotik" kelimesiyle kusursuz özetlemişti kenti. havaalanından alındıktan sonra (fırat bey bizi bmw ve özel şoförle aldırdı valla!) şehir merkezine gitmemiz birbuçuk saat sürdü, normalde 1 saat sürermiş, şanslıymışız. fırat'ın anlattığına göre kentte doğru düzgün toplu taşıma yok, metro zaten hak getire, nüfus da çok yoğun olunca trafik çoğu zaman trajik bir hal almaktaymış. insanların motosikletlere sarılmasının sebebi bu elbette. kuş sürüleri gibi geçen motosikletler hafızamdaki en canlı cakarta fotoğrafı olarak kalacak.
jakarta'da ilk akşam çıkışımızı kemang caddesi'ne yaptık. şık barların sağlı sollu dizildiği, ebat olarak etiler genişliğinde, ama ondan çok daha uzun bir cadde burası. ancak sorun, sokakların pek yürümeye müsait olmaması. kaldırım zaten yok, bir de yol kenarları seyyar yemek satıcıları ile çevresinde toplanmış insanlarla dolu olunca yolda yürümek, piyasa yapmak zorlaşıyor. ancak bu manzaranın üzerine söylemeliyim ki, mekanlar çok güzel. elbow room diye bir bara gittik örneğin, çekik gözlü bir beşli, akustik olarak "stuck in a moment you can't get out of" çalıyordu. hoşumuza gitti oturduk. litrelik bira içtik, pizza, fish & chips gibi batı yemekleri yedik. iyi ki de yemişiz!
sonraki istikamet dragonfly oldu. tüm asya'nın en büyük ve en hip club'ları arasında sayılan bir mekandı. geleneksel tişört-kısa pantolon kombinasyonumu terk edip fırat'tan emanet bir gömlek giymemi gerektiren, çok sert olmamakla beraber bir "dress code"u olan (smart casual!) bir mekan dragonfly. komik olan ise, kapıdan biz rahatlıkla geçerken, görevli kadının eşim selmin'e "bu seferlik tamam ama bi dahaki sefere daha 'fashionable' bir ayakkabı giyinirseniz iyi olur" demesiydi! club'a girince daha iyi anladık, biraz reina gibi bir yerdi. erkekler değil ama kızlar çok şıktı. ingiltere'deki gibi düğüne gidercesine değil ama sade ve şık giyinmişti kızlar. erkekler için aranan kriter ise yakalı tişörttü! müzik çok iyi değildi, mekan yeterince kalabalık sayılmazdı ama eğlendik.
ertesi günkü eğlencemiz ise daha vahşiydi! taman safari'de araba içinde macerasız, ama yine de keyifli saatler geçirdik. hayvanat bahçesi gibi hayvanların parmaklıklar ardında olmaması iyiydi. hendeklerin arkasında kafalarına göre takılıyorlar hayvanlar. daha insan canlısı (yani otobur) olanlar ortalıkta takılıyorlar, insanların onlara uzattıkları sebzeleri yiyorlar. zaten öğrendikleri için arabaların camlarına yaklaşıyor hemen filler, zebralar. keyifliydi, ancak 45 dakikada gittiğimiz mekandan 3 saatte şehre dönünce cakarta trafiğinin bizi bezdirmesini de unutmadık!
cakarta genel anlamda karışık ve kalabalık bir şehir, müslüman bir ülke olmasının etkilerini de sağda solda görüyorsunuz, ama gece hayatı da hiç fena değil. bolca expat yaşadığından olsa gerek, mekanlarda çeşitlilik gayet iyi. daha sonra gezdiğimiz yerleri düşünürsek, kemang dışındaki yerler hep alışveriş merkezlerinde bulunuyordu. örneğin bir alışveriş merkezinin en üst katındaki immigrant, şehrin en hip mekanlarından birisiymiş (elimize geçen bir kent rehberinin yalancısıyız). inanılmaz büyük bir mekan, bir tarafı bar, bir tarafı club, bir tarafı bistro şeklinde dört tarafı ayrı havada devasa bir mekandı. bir de hard rock cafe'ye gittik, uzun uzun anlatmaya gerek yok, dünyanın her yerindeki hard rock cafe işte. günler süren endonezya yemeklerinden sonra amerikan mutfağı, yani bildiğimiz devasa burgerler için gittik. iyi ki de gitmişiz!
endonezya yemekleri, iyi kötü bildiğimiz uzakdoğu yemeklerinin biraz daha tatsızı, biraz daha tuhaf aromalısı. benim yasemine benzettiğim bir koku var birçok yemeklerinde. pilavları ise kupkuru ve tatsız tuzsuz. bir gün "yeter bu çile" deyip tuz istedim garsondan. "salt" dedim, "sauce?" anladı, defalarca tekrar ettim olmadı, sonunda elimle tuz dökme işareti yaptım, karabiber getirdi. demek ki buymuş dedim olayları. en çok bilinen yemekleri sanırım nasi goreng. nasi pilav anlamına geliyor herhalde ki, nasi campur, nasi padang gibi farklı pilavları da vardı. mie tek tek(noodle benzeri) ve satay (şiş) da yenebilecek tatlardandı. ama üst üste birkaç gün o yemekleri yiyince artık bünyem zorlandı. thai ve çin yemekleri kaçışımız oldu adeta. bir gün de tayvan din tai fung'da yemek yedik, o da çok güzeldi.
endonezya, malum, müslüman ülke. en büyük camilerine gitmemek de olmazdı. istiklal camii (masjid istiqlal) güneydoğu asya'nın en büyük camiiymiş. gerçekten çok büyüktü ama estetik olarak kapalı otoparka (benzetme eşim selmin'e ait) benzeyen, estetik yoksunu, dümdüz bir binaydı. oysa cakarta'daki binaların, özellikle yeni yapılmış gökdelenlerin bizdeki odun gibi modern yapılara göre çok daha estetik olduğunu söyleyebilirim. bir bakrie tower var mesela, son derece şık bir binaydı. bir de, monas'tan bahsetmek gerek. bir zamanlar atakule gibi bir mantıkla yapılmış, tam adı "monument nasional" olan bu binanın tepesine çıkamadık, ama çevresinde tur atıp, resim çektirip civarında koşup oynayan çocukları, piknik yapan halkını izlemek yetti galiba.
yukarıda da dediğim gibi, alışveriş merkezi mantığı, balayımız boyunca gördüğümüz diğer yerler gibi, acayip gelişmiş. alışveriş merkezi dışında restoran, dükkan bulmak pek mümkün olmadı. eğer endonezya'ya gidiyorsanız ve hediyelik almak niyetindeyseniz yolunuz muhtemelen pasaraya'ya düşer. batik (orada da "batik" deniyor) desenli kıyafetler ya da ahşap biblolar en uygun hediyelikler gibi ürünler bolca var orada. yalnız şu anda adını hatırlamadığım bir başka caddeleri var ki, sıra sıra dizilmiş dükkanlarda sahici antika, antika süsü verilmiş fabrikasyon ürünler, ya da kırık dökük ama yine de güzel ikinci el ürünler görebiliyorsunuz. özel ilgim olmamasına karşın benim bile çok ilgimi çekti oradaki antikalar, ilgili birisini çok etkilerdi muhakkak.
yeri gelmişken söyleyeyim, fırat'ın bizi ağırlayışı bir yana, bir ayda kenti tanıması ve sıradan bir turistin fark edemeyeceği yerlere götürmesi büyük şans oldu. dört güne kolay sığmayacak safari, nightclub, alışveriş gibi bol çeşnili bir gezi yapabilmemiz kendisinin sayesinde oldu. buradan da teşekkür edeyim kendisine. onun cakarta'daki hayatını da görmek de güzel oldu tabii. şansımıza, oradaki sondan bir önceki günümüzde büyükelçilikte bir nikah kıymak gibi enteresan bir tecrübeye denk geldik. bali'ye balayına gitmeden önce evlenmek için cakarta'yı seçen bir çiftti. biz de fotoğraf çekerek düğünlerinin yegane konukları olduk. gün gelir de fırat bu bloga "çok çalışıyoruz, çok yoğunuz" derse inanmayın zaten. ben gördüm, bir nikah kıydı, bir de rus diplomatın ölümü üzerine taziye mesajı gönderdi, onun dışında fasa fiso! gerçi wikileaks endonezya'da kriz çıkartırsa işleri yoğunlaşabilir, göreceğiz!
bizim singapur'a hareket edeceğimiz gün, barack obama da asya gezisi kapsamında cakarta'ya geliyordu. dört yılını endonezya'da geçirmiş olduğu için ayrı bir seviliyordu tabii halk tarafından. biz olası bir trafik sıkışıklığını düşüneduralım, kentte büyük bir heyecan vardı, her yerde obama haberleri çıkmaktaydı. bir tanesinde "obama nasi goreng yiyecek" diyordu. içimden "allah obama'nın yardımcısı olsun" diye geçirdim.
hahaha mükemmel final! bir sonraki bölüm için bizi bu kadar bekletme çetin.
ReplyDelete