hadi toplanın, bakın bu trajediye
silin makyajlarınızı, bu kadar umutsuz olacak ne var ki?
atın siyah elbiseleri, karışsın yığınlara
bir gün uyanıp aslında olduğunuz kişi olmadığınızı fark edersiniz
eğer aynaya bakarsanız ve gördüğünüz şeyden hoşlanmazsanız
işte o gün benim gibi olmanın neye benzediğini anlarsınız
öyleyse toplanın domuzcuklar, artık veda öpücüğünüzü verin
gülüşlerinizi teşvik ediyorum, ağlamazsınız umarım bir daha!
alıntıladığım bu sözler, my chemical romance'in bir önceki albümü "the black parade"in açılışındaki "the end"de yer alıyor. henüz albümün açılışına böyle bir ilan yerleştirmek, makyajları silmek ve siyah elbiseleri atmaktan bahsetmek my chemical romance'in niyetini açıkça ortaya koyuyordu: "bizi emo ya da goth sınıfına sokmayın, biz başka bir şeyin peşindeyiz."
"the black parade," özel, farklı bir albümdü. içindeki bariz queen ve pink floyd göndermeleriyle emo'dan çok klasik rock'a benzeyen, sözleriyle olgun, kansere yakalanmış ve ölümü bekleyen çocuk konseptiyle de etkileyici bir işti. grup müzikal ve fikirsel olarak emo'nun çok ötesine geçmişti ve dinleyicilerin dışında eleştirmenlerin de bunu takdir etmesini bekliyordu. olaya at gözlüğüyle bakanlar dışında bunu da başardılar. "the black parade" bence "american idiot"tan sonra 2000'lerin en iyi mainstream rock albümüydü ve bu yüzden de 90'ların ikinci yarısı ile erken 2000'leri rezil etmiş sulu ve klişe amerikan modern rock çöplüğündeki işlerle karışmamalıydı. yine bu yüzden, my chemical romance'e "emo," "poser/kız grubu" gibi yakıştırmalar yapılmasına katlanamadım.
yeni albüm "danger days: the true lives of the fabulous killjoys"ta my chemical romance'in bunun etkilerini hala atlatamadığını görüyorsunuz. hatta bu albüm doğrudan kendi imajlarının nasıl algılanmasını istediklerine dair bülten. yanlış değil, zira kendisinin ne olduğunu çok iyi bilen bir grup my chemical romance. kendileri bu kadar takıntılı oldukları için dinleyicinin de yanılmasına gelemiyorlar. nasıl bir önceki albüm "the end"in en başına "budur!" diye bir anons-vari giriş koymuşlarsa, burada da ilk single olarak "na na na (na na na na na na na na na)”yı (evet şarkının tam adı bu ve son derece de gereksiz bir espri) seçmeleri öyle bir tavır. tıpkı gerard way'in kırmızıya boyanmış saçları gibi. goth'tan, emo'dan o kadar uzaklaşmak istiyorlar ki, çareyi gidilebilecek en uzak nokta olan popta bulmuşlar, ki oynadıkları ligin aslında u2, muse, metallica gibi türlerüstü büyüklükteki ekiplerin olduğu lig olduğu anlaşılsın.
"danger days" aslında iyi bir pop/rock radyosunu dinliyormuş hissi veriyor. "na na na" da pop/punk'a dalıyoruz, "bulletproof heart"ta belki de "gravity" dizesinin kaçınılmaz şekilde "special k"i anımsatmasıyla placebo-vari bir glam tadına yaklaşıyor. "sing" ve "the only hope for me is you" albümün en net hitleri, grubun en stadyum tadındaki parçaları. "the kids from yesterday" ise sonlara gizlenmiş, 1980'ler tadıyla albümün en iyi şarkısı.
neticede "the black parade" gibi bir başyapıt mı? asla değil. o albümdeki şarkı yazım kalitesi, parçaların aralarından su sızmayacak kadar sıkı durmaları burada yok. grup, eklektizm uğruna albümün tutarlılığından feragat etmiş. “the black parade”in my chemical romance’in sonraki albümlerinde daha da yükselmesini sağlayacağı bir sıçrama tahtası değil de, arkasından hep inmeye mahkum olduğu bir zirve noktası olduğu yönünde korkumu güçlendiriyor “danger days.” ama her halükarda my chemical romance'in kendi kuşağının en dikkate değer ana akım heavy rock grubu olduğunu da rahatlıkla kanıtlıyor.
tam da bu
ReplyDelete