Sunday, November 21, 2010

eat drink love bölüm 1: bali



balayımız için dört ayaklı bir rota çizeceğimizi ve ilk durağın bali olacağını duyan herkesin sorduğu soru "'eat pray love'ı okudunuz mu?" hayır, o güne kadar okumamıştık, ama yolculuğumuzda yanımızdaydı bu kitap. okumadıysanız bile julia roberts'lı filmden aşinasınızdır bu isme herhalde. elizabeth gilbert isimli bir amerikalı gazetecinin, biten evliliğinin ardından çıktığı üç geziyi anlatıyor kitap. spoiler olmayacaksa italya'da yemeğin, hindistan'da ibadetin ve bali'de aşkın merkezde olduğunu anlatalım, kitabın başlığı da buradan geliyor zaten. bu anlamda balayında çıkılacak ilk durak olarak bali mantıklı bir tercih olarak bir best-seller'ın onayını da almış oluyor!


best-seller'lar edebiyatın şamaroğlanıdır ama "eat pray love"ın okuduğum kadarıyla ilgili düşüncelerim kötü değil. italya bölümünü hızlıca okudum ve hindistan'ı atlayarak bali kısmına geldiğim için bir kitap eleştirisi falan yapmayacağım, ama okuduğum kadarı bana samimi geldi. kitaptan öğrendiğim bazı şeyler de bali'yi anlamama yardımcı oldu. eğer siz de bali'ye gidecekseniz bilmeniz gereken belki de ilk şey, buranın bir parçası olduğu endonezya'nın geri kalanından sosyal ve kültürel olarak çok farklı olduğu. çünkü burası dünyanın en büyük müslüman nüfusunun bulunduğu ülkenin içinde bir hindu adası. bali'de insanların isimlerinin doğum sıralarına göre isimlendirildiğini, sıkı kast sisteminin toplum hayatını nasıl şekillendirdiğini ve "nereden geliyorsun-nereye gidiyorsun" sorularının nasıl önemli olduğunu gilbert'ın kitabından öğrendim. itiraf edeyim, ikibuçuk haftalık tatilimizin en "balayı" bölümü bali'dekiydi. otelin dışına çok az çıktık, çıktıklarımız da keşif amaçlı değil, para çekmek, ufak alışverişler yapmak gibi gereksinimlerimizi karşılamak içindi.

jimbaran puri bali'deki villamız

kaldığımız otel, jimbaran sahilindeydi. jimbaran, bali'nin güneyindeki bir köy. sahili çok sakin ve dinlenmek için ideal: koyu son derece sessiz, okyanus dalgalarını dinleyerek sere serpe uzanmaya müsait. bali'nin ünlü olduğu palmiyelerin yanı başında altın kumlar ve masmavi deniz görüntüleri burada yok. o cennetten çıkma yerler daha ziyade uluwatu, sanur gibi yerlerde sanırım. ayrıca bali adası'nın tam ortasındaki ubud da herkesin öve öve bitiremediği, resimlerinden anladığım kadarıyla "lost"-vari bir adaydı. günlük turlarla oralara gidebilirdik, ama tercih etmedik.

kulağa "uyuz" gelebilir, ama sonraki 10 gün içinde üç farklı ülke gezeceğimiz için balayının ilk etabında otelde takılmak en uygunuydu bizim için. ne yalan söyleyeyim, otel de bunun için kusursuzdu. otelimiz, jimbaran puri bali, ilk sürprizini gittiğimiz gün yaptı bize. bizi seçtiğimizden bir üst seviye odaya yerleştirdiler. tabii ki o oda boş olduğu için böyle oldu, ama başkalarına değil de bize bu "kıyağı" yapmalarının sebebi balayında olmamızdı söylediklerine göre. kaldığımız süre boyunca balayı olayına vurgu yaptılar zaten. şimdi bekarlar pek bilmiyordur herhalde ama "balayı oteli" diye bir konsept var(mış) ve jimbaran puri bali bunun için kusursuzdu. balayının ilerleyen dönemlerinde daha büyük ve ünlü bir otelde kaldığımız da oldu, ama jimbaran'daki kadar rahat hissetmedik. her gün odaya gelen meyveden, ilk gün odamızda bizi karşılayan ikram şaraba ve okyanus kıyısındaki akşam yemeğine kadar, çok hoş detaylar vardı. otel aslen müstakil evlerden oluşuyordu, bizim de kendimize ait bahçe ve havuzumuz vardı. tahmin edebileceğiniz gibi gelenlerin tamamı çiftti ve akşamları müthiş bir sükunet hakimdi ortalığa.


jimbaran puri bali'nin beni sanırım en çok etkileyen özelliği, en ufak detaylara bile dikkat edilmesiydi. örneğin doğumgünü sabahımda kahvaltının sonunda küçük bir pasta getirdi dört kadın ve "happy birthday" şarkısını söylediler! sadece bu da değil, gün boyunca bambu çalan bir adam, tam anlamıyla egzotizmin soundtrack'ini yapıyordu. veya deniz kenarındaki duş da demir borulardan değil, bambulardan yapılmaydı.

jimbaran'ın kendisine gelince, küçük, dağınık bir köydü. ubud'un büyüsü falan hak getire, daha ziyade sokaklarında açık lağım çukurlarına düşmemeye çalışarak, yola indiğiniz anda motosikletlerle burun burua gelerek gezdiğimiz bir yerdi. insanlar yine yardımseverdi ama yine de çıkıp dolaşması keyifli değildi. örneğin eczane aradığımız bir gün 20 dakika içerisinde dört tane fare gördük sokakta, ikisi canlıydı, birisi ölü şekilde yerde yatıyordu, sonuncusu ise bir kedinin ağzında can çekişmekteydi! bunu aşağılayıcı bir şekilde yazmadım, yanlış anlaşılmasın. sadece, o cennetin nasıl bir ortamın içine kurulduğunu anlatmak istedim.

eğer bir gün bali'ye düşecekse yolunuz, illa jimbaran'a gidin demem. ama balayı amacıyla gidecekseniz orayı önerebilirim. (otel öneren blog da olduk, hadi bakalım!) olur da bir gün yine gideriz oralara (gümüş ya da bronz balayı olabilir!), o zaman ubud gibi daha görkemli yerlerini de gezince "bali şöyledir" diyecek bir birikimim olur sanırım. jimbaran'daki günlerde anladığım, oraların endonezya'nın geri kalanından çok farklı olduğuydu. okyanus kıyısında dalga sesleri eşliğinde cennet sakinliğinde geçen günlerden sonra cakarta'da bunu anlayacaktık!

2 comments:

  1. Yaaaa coook guzel!!! Cok sevindim boyle guzel olduguna, harika valla!
    Yihuuuu!

    ReplyDelete
  2. Çogözendim ya, biz çok yanlış bi tatil seçmişiz sanırım (: bunu da seneye artık kısfmet.

    ReplyDelete