Bilim kurgu en sevdiğim sinema türlerinden biri.. Gerçekten iyi düşünülmüş, güzel yönetilmiş ve hakkını vererek oynanmış bir bilim kurgu filminin yerini az sanat eseri tutar..
Neredeyse bir buçuk yıl önce Çetin en sevdiği bilim kurgu filmlerini sıralamıştı, ben de "en yakın zamanda" kendi listemi yayınlayacağımı söylemiştim; eh, pek yakın bir zaman olmadı, ama benim listem de aşağıdaki gibi şekillendi en nihayetinde.. Tabi, bu tarz listeler söz konusu olduğunda Çetin gibi ihtiyatlı olmakta fayda var, zira henüz izlenememiş/zamanında izlenememiş/hakkıyla değerlendirilememiş bir çok filmin hakkını yemiş olabiliyoruz böyle sıralamalar yaparak.. Ama yine de, sonuçta işin doğasında var sanırım bu eksiklik..
2001: A Space Odyssey (Kubrick, 1968): Uzay yarışının ilk 10 yılı henüz geride kalmış, Amerika henüz Sovyetlerin gerisinde, insanların uzayı ve gizemlerini belki de en çok merak ettiği dönem.. İşte Stanley Kubrick ve Arthur C. Clarke'ın ortak dehası, bu merakı alıp insanoğlunun tarih boyunca sorgulayageldiği varoluş sorunsalıyla birleştirip ortaya rüya gibi bir deneyim çıkarması.. Teknik olarak döneminin çok ilerisinde görsel bir gövde gösterisi olduğunu da eklemek lazım..
Alien (Scott, 1979): Yakın olmayan bir gelecekte bir grup insanın bir uzay gemisinin klostrofobik ortamında bilinmeyen bir yaşam formuyla mücadelesi ve her şeyin merkezinde büyük bir "şeytan-şirket" (ya da "şirket" kelimesinin en ürkütücü ve totaliter tınlamasını içeren haliyle "evil corporation").. Bilim kurgunun gerilim-korku türüyle birleştiği en iyi örnek, nokta.
Terminator 2: Judgment Day (Cameron, 1991): Orjinal filmden (Terminator) daha iyi olan ender devam filmlerinden biri.. Bu da tartışılır tabi, benim yorumum bu.. Alien nasıl bilim kurgunun korkuyla dansıysa, T2 de aksiyon-macera sinemasının bilim kurguyu kucaklaması.. Aksiyon türünün neredeyse tüm kalıplarını mükemmel bir biçimde kullanan filmi bir bilim kurgu filmi yapansa esas olarak ne muhteşem kötü terminatör T-1000 (Robert Patrick rules!!) ne de Cyberdyne Systems'daki T-800'ün robot eliydi.. Temel nokta tabi ki ilk filme borçlu olduğu hikayeydi; insanların yarattığı makinelerin başkaldırışı ve belki de daha da önemlisi zamanda yolculuk teması.. Sıkılmak ne mümkün..
Solyaris (Tarkovski, 1972): Yönetmeninin bile "bilim kurgu" olarak etiketlenmekten kurtulamadığı için "başarısız" bulduğu bir film bu, ama bu sayede listeye alabildik kendisini (Stalker'i ise almadık işte, ama alabilirdik de).. "2001'e Sovyetlerin cevabı!!" değil tabi ki; 2001 varoluşun kaynağıyla ilgiliyken Solyaris bireyin kendini bulmasıyla daha çok ilgileniyor ve Gezegen ile uzay istasyonu arasındaki etkileşimi bu yolda en önemli metafor olarak kullanıyor.. Stanislaw Lem de hikayesine sadık kalınmadığı gerekçesiyle beğenmemiş filmi bu arada, kendi bilir..
Blade Runner (Scott, 1982): Hayır, hikaye hala bilinmezlerle dolu.. Ama itiraf edeyim, burada olmasının asıl nedeni hikayesi değil, çok güzel görünmesi.. İşte dystopia: Pis bir gelecek tasviri; karanlık, puslu, kirli, tekinsiz ve acımasız.. insanın üzerine üzerine gelen şirket logoları, reklamlar, ve yine zalim muhtedirler.. Bilinçli bir tavır mı bilmiyorum ama Ridley Scott filme reklam veren Coca Cola gibi şirketlerin logolarını filmin çeşitli karelerine öyle serpiştirmiş ki bu karanlık geleceğin "evil-corporation"larının da ipucunu vermiş kurnazca..
Aliens (Cameron, 1986): Terminator ile parlamış James Cameron'un nasıl bir yönetmen olduğunun artık iyice zihinlere kazındığı film.. Bu ikinci filmi başka bir yönetmen çekmiş olsaydı (Scott'ın kendisi dahil) "Yaratık" markası belki de sönüp tarihe karışacaktı; bugün beşinci bir film konuşuluyorsa bunda aslan payı bu aksiyon yüklü muhteşem devam filminin başarısında.. Cameron Scott'ın bilim kurgu bebeğini alıp bir aksiyon canavarına dönüştürdü ve kimse şikayet etmedi, çünkü o "orta yol" bulma konusunda bir uzman..
The Terminator (Cameron, 1984): Anlatmaya gerek var mı? Cyborg modasını başlatan film..
Back to the Future (Zemeckis, 1985): Zamanda yolculuk hiç bu kadar eğlenceli işlenmedi.. 82 doğumluyum, çok güzel bir zamanda izledim ben bu filmi, tam tadını alacak yaşta (yanılmıyorsam 8 ya da 9 yaşındaydım).. Ama hala da büyük bir keyifle izliyorum, eskimiyor çünkü..
Star Wars (Lucas, 1977): Bal gibi de bilim kurgu, bakmayın "a long time ago" demesine ya da Jedi "güçleri"ne falan.. Eksiklikleri olsa da gerçekten orjinal hikayesi, çığır açan tekniği ve müthiş gişe başarısı ile kendisinden sonra gelen bilim kurgu filmlerinin önünü açtı, ancak aynı zamanda da çıtayı inanılmaz derecede yükseltti.. Sinema tarihinin bana kalırsa en başarılı "franchise"ı..
The Matrix (Wachowski Brothers, 1999): Felsefe kırıntılarıyla süslenmiş zekice bir fikir, teknolojinin de mahareti ve doğru bir cast'le Wachowski biraderlerin elinde 90'lı yılların sonunda insanları kendine hayran bırakan bir filme dönüşüverdi.. devamı hayal kırıklığıydı..
Brazil (Gilliam, 1985): Nedense pek ciddiye almadan izlemeye başladığım bu film eğlenceli dystopia'nın nasıl yapılacağını dosta düşmana göstermiş zamanında.. Film kara mizahıyla inanılmaz keyif verirken ciddi mesajlardan da geri durmuyor, ama asla bağırmıyor..
Nineteen Eighty-Four (Radford, 1984): Orwell'in kusursuz dystopiasının karanlık ve stilize yorumu.. John Hurt'ün müthiş performansı için bile görmeye değer..
RoboCop (Verhoeven, 1987): Görünürde yozlaşmaya ve kötü adamlara karşı Detroit polis teşkilatının yeni silahı olan robot polisi konu alan film biraz derinlemesine incelendiğinde Reagan Amerikası'nın ve genel olarak tüketim toplumunun yaman bir eleştirisi olduğunu ele veriyor; tabi Verhoeven bunu yaparken filmini bol aksiyon ve şiddet sahneleriyle bezemekten çekinmiyor. 80'lerin popüler teması mega-corp burada da mevcut..
Twelve Monkeys (Gilliam, 1995): Post-apocalyptic bir gelecek tasviri, insanlığın sonunu getirecek bir virüs, zaman yolculuğu.. bunlara bir de kendi akıl sağlığından şüphe eden bir anti-kahramanı ekleyin.. karşınızda sinema tarihinin en kafa kurcalayıcı bilim kurgu eserlerinden biri..
Dark City (Proyas, 1998): Parazit uzaylılar, kobay insanlar, hiç gündüz olmayan garip bir "dünya", bir kahraman.. Müthiş bir görsellik var bu filmde, her imaj o kadar ince düşünülmüş ki sonuçta hikayenin zayıf denebilecek yanlarını umursamayabiliyorsunuz, çünkü yolculuk çok büyüleyici..
Neredeyse bir buçuk yıl önce Çetin en sevdiği bilim kurgu filmlerini sıralamıştı, ben de "en yakın zamanda" kendi listemi yayınlayacağımı söylemiştim; eh, pek yakın bir zaman olmadı, ama benim listem de aşağıdaki gibi şekillendi en nihayetinde.. Tabi, bu tarz listeler söz konusu olduğunda Çetin gibi ihtiyatlı olmakta fayda var, zira henüz izlenememiş/zamanında izlenememiş/hakkıyla değerlendirilememiş bir çok filmin hakkını yemiş olabiliyoruz böyle sıralamalar yaparak.. Ama yine de, sonuçta işin doğasında var sanırım bu eksiklik..
2001: A Space Odyssey (Kubrick, 1968): Uzay yarışının ilk 10 yılı henüz geride kalmış, Amerika henüz Sovyetlerin gerisinde, insanların uzayı ve gizemlerini belki de en çok merak ettiği dönem.. İşte Stanley Kubrick ve Arthur C. Clarke'ın ortak dehası, bu merakı alıp insanoğlunun tarih boyunca sorgulayageldiği varoluş sorunsalıyla birleştirip ortaya rüya gibi bir deneyim çıkarması.. Teknik olarak döneminin çok ilerisinde görsel bir gövde gösterisi olduğunu da eklemek lazım..
Alien (Scott, 1979): Yakın olmayan bir gelecekte bir grup insanın bir uzay gemisinin klostrofobik ortamında bilinmeyen bir yaşam formuyla mücadelesi ve her şeyin merkezinde büyük bir "şeytan-şirket" (ya da "şirket" kelimesinin en ürkütücü ve totaliter tınlamasını içeren haliyle "evil corporation").. Bilim kurgunun gerilim-korku türüyle birleştiği en iyi örnek, nokta.
Terminator 2: Judgment Day (Cameron, 1991): Orjinal filmden (Terminator) daha iyi olan ender devam filmlerinden biri.. Bu da tartışılır tabi, benim yorumum bu.. Alien nasıl bilim kurgunun korkuyla dansıysa, T2 de aksiyon-macera sinemasının bilim kurguyu kucaklaması.. Aksiyon türünün neredeyse tüm kalıplarını mükemmel bir biçimde kullanan filmi bir bilim kurgu filmi yapansa esas olarak ne muhteşem kötü terminatör T-1000 (Robert Patrick rules!!) ne de Cyberdyne Systems'daki T-800'ün robot eliydi.. Temel nokta tabi ki ilk filme borçlu olduğu hikayeydi; insanların yarattığı makinelerin başkaldırışı ve belki de daha da önemlisi zamanda yolculuk teması.. Sıkılmak ne mümkün..
Solyaris (Tarkovski, 1972): Yönetmeninin bile "bilim kurgu" olarak etiketlenmekten kurtulamadığı için "başarısız" bulduğu bir film bu, ama bu sayede listeye alabildik kendisini (Stalker'i ise almadık işte, ama alabilirdik de).. "2001'e Sovyetlerin cevabı!!" değil tabi ki; 2001 varoluşun kaynağıyla ilgiliyken Solyaris bireyin kendini bulmasıyla daha çok ilgileniyor ve Gezegen ile uzay istasyonu arasındaki etkileşimi bu yolda en önemli metafor olarak kullanıyor.. Stanislaw Lem de hikayesine sadık kalınmadığı gerekçesiyle beğenmemiş filmi bu arada, kendi bilir..
Blade Runner (Scott, 1982): Hayır, hikaye hala bilinmezlerle dolu.. Ama itiraf edeyim, burada olmasının asıl nedeni hikayesi değil, çok güzel görünmesi.. İşte dystopia: Pis bir gelecek tasviri; karanlık, puslu, kirli, tekinsiz ve acımasız.. insanın üzerine üzerine gelen şirket logoları, reklamlar, ve yine zalim muhtedirler.. Bilinçli bir tavır mı bilmiyorum ama Ridley Scott filme reklam veren Coca Cola gibi şirketlerin logolarını filmin çeşitli karelerine öyle serpiştirmiş ki bu karanlık geleceğin "evil-corporation"larının da ipucunu vermiş kurnazca..
Aliens (Cameron, 1986): Terminator ile parlamış James Cameron'un nasıl bir yönetmen olduğunun artık iyice zihinlere kazındığı film.. Bu ikinci filmi başka bir yönetmen çekmiş olsaydı (Scott'ın kendisi dahil) "Yaratık" markası belki de sönüp tarihe karışacaktı; bugün beşinci bir film konuşuluyorsa bunda aslan payı bu aksiyon yüklü muhteşem devam filminin başarısında.. Cameron Scott'ın bilim kurgu bebeğini alıp bir aksiyon canavarına dönüştürdü ve kimse şikayet etmedi, çünkü o "orta yol" bulma konusunda bir uzman..
The Terminator (Cameron, 1984): Anlatmaya gerek var mı? Cyborg modasını başlatan film..
Back to the Future (Zemeckis, 1985): Zamanda yolculuk hiç bu kadar eğlenceli işlenmedi.. 82 doğumluyum, çok güzel bir zamanda izledim ben bu filmi, tam tadını alacak yaşta (yanılmıyorsam 8 ya da 9 yaşındaydım).. Ama hala da büyük bir keyifle izliyorum, eskimiyor çünkü..
Star Wars (Lucas, 1977): Bal gibi de bilim kurgu, bakmayın "a long time ago" demesine ya da Jedi "güçleri"ne falan.. Eksiklikleri olsa da gerçekten orjinal hikayesi, çığır açan tekniği ve müthiş gişe başarısı ile kendisinden sonra gelen bilim kurgu filmlerinin önünü açtı, ancak aynı zamanda da çıtayı inanılmaz derecede yükseltti.. Sinema tarihinin bana kalırsa en başarılı "franchise"ı..
The Matrix (Wachowski Brothers, 1999): Felsefe kırıntılarıyla süslenmiş zekice bir fikir, teknolojinin de mahareti ve doğru bir cast'le Wachowski biraderlerin elinde 90'lı yılların sonunda insanları kendine hayran bırakan bir filme dönüşüverdi.. devamı hayal kırıklığıydı..
Brazil (Gilliam, 1985): Nedense pek ciddiye almadan izlemeye başladığım bu film eğlenceli dystopia'nın nasıl yapılacağını dosta düşmana göstermiş zamanında.. Film kara mizahıyla inanılmaz keyif verirken ciddi mesajlardan da geri durmuyor, ama asla bağırmıyor..
Nineteen Eighty-Four (Radford, 1984): Orwell'in kusursuz dystopiasının karanlık ve stilize yorumu.. John Hurt'ün müthiş performansı için bile görmeye değer..
RoboCop (Verhoeven, 1987): Görünürde yozlaşmaya ve kötü adamlara karşı Detroit polis teşkilatının yeni silahı olan robot polisi konu alan film biraz derinlemesine incelendiğinde Reagan Amerikası'nın ve genel olarak tüketim toplumunun yaman bir eleştirisi olduğunu ele veriyor; tabi Verhoeven bunu yaparken filmini bol aksiyon ve şiddet sahneleriyle bezemekten çekinmiyor. 80'lerin popüler teması mega-corp burada da mevcut..
Twelve Monkeys (Gilliam, 1995): Post-apocalyptic bir gelecek tasviri, insanlığın sonunu getirecek bir virüs, zaman yolculuğu.. bunlara bir de kendi akıl sağlığından şüphe eden bir anti-kahramanı ekleyin.. karşınızda sinema tarihinin en kafa kurcalayıcı bilim kurgu eserlerinden biri..
Dark City (Proyas, 1998): Parazit uzaylılar, kobay insanlar, hiç gündüz olmayan garip bir "dünya", bir kahraman.. Müthiş bir görsellik var bu filmde, her imaj o kadar ince düşünülmüş ki sonuçta hikayenin zayıf denebilecek yanlarını umursamayabiliyorsunuz, çünkü yolculuk çok büyüleyici..
listede keşke gattaca (http://imdb.com/title/tt0119177) da olsaymış, niyeyse en iyi bilimkurgu listelerine listelerine hiç dahil edilmez ama çok güzel filmdir.
ReplyDeleteilk 20 yapsaydım olacaktı aslında, ama 15'te durmak istedim nedense.. çok severim Gattaca'yı, listelere pek giremese de kıymetini bilen de çoktur ama..
ReplyDelete"Abi şu niye yok" demek zorunda hissettim kendimi. Bu tarz listeleri görünce hep böyle oluyor. Dur bari gönlüm olsun. Abi "Brazil" neden yok? Ne, var mı? O zaman niye Blade Runner bir numara değil? Yada neden Butterfly Effect yok!?! Hah buldum valla evet abi neden "Butterfly Effect" yok harbiden!? Yakışıyor mu? (oh be)
ReplyDeleteİmza - Mahallenin Delisi
Solaris gibi filmin sonunda yaptığı kamera hareketiyle "bunca zaman filmi bilimkurgu olarak izlediniz ama anafikrim de konum da mesajım da başkaydı.kafanızı doldurduk verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dileriz" demeye getiren bir filmi listeye almanız çok güzel olmuş.solaris sadece filmin sonundaki kamera hareketi sebebiyle muhteşem bir film olarak tanımlanmayı hak ediyor.işleyişini anlamadığımız şeyleri yok ederken bize haz veren hollywood sinemasının dışında bir şey sunması sebebiyle de önemli bir film! İmkansızlıklar içinde çekilmiş bir filmi hatırlatmanız çok şık olmuş.
ReplyDeleteben bunların dışında neleri sayardım? fritz lang'ın metropolis'ini elbette.bilimkurgunun emekleme çağında çekilmiş bir sessiz filmi kim hatırlar?bilimkurgu türünde sınıf çatışması konusunu anlatması ilginç olmuş (hıristiyan-(sosyal) demokrat bir bakış açısı var,bu hemen anlaşılıyor). "artificial intellect" yine sağ gösterip sol vuran bir bilimkurgu (bence bu film teknoloji-insan arasındaki çatışmayı değil metropol işçisi ve göçmen işçi arasındaki çatışmayı anlatır)
tabi bir de tekno-erotik türünden crash (cronenberg'in aynı isimli ballard romanına çektiği filmdir. öteki ırk ayrımcılığını anlatan crash ile karıştırılmasın) bence çok ilginç bir film. bu film üzerine en baba sosyal teorisyenler ve edebiyat-felsefe eleştirmenleri içeriği yoğun yazılar yazdılar.adına "tekno-seksüel" denen o sıfatı yaratmış,sinema için bir ilk örnek!