...
yine de "the suburbs"ü değerlendirirken iki noktaya dikkat etmek gerekiyor. birincisi, win'in albümü açıkladığı cümleleri: "bu, banliyölere bir aşk mektubu değil. bir itham da değil. sadece banliyölerden atılmış bir mektup." ikincisi, bunun albümün "konseptinden" ziyade "teması" oluşu. arcade fire, "the suburbs"ü adeta bir film gibi örmüş. 63 dakika boyunca sound bütünlüğünden ziyade bu tema etrafında dönüp durmaları bu hissi veren.
...
ilk şarkı "the suburbs"ün 70'ler popuna dokunan yanı, tam da bu duyguyu destekliyor. "edward scissorhands"te tom jones'un "it's not unusual"ın (defalarca) kullanılmasına benzer şekilde, hafif, bol tekrarlı bu şarkı sizi banliyölere bırakıveriyor. banliyöde büyümüş bir çocuğun hissi tam da bu olmalı. hiç geçmeyecekmiş gibi gelen günler, büyük bir boşluk duygusu. sanki "the suburbs"den "ready to start"a geçiş de tam çocukluktan deli ilk gençlik yıllarına tekabül ediyor. biraz zorlasak "modern man"deki durgunluğu da onun bir sonraki evresi olarak görebiliriz, isterseniz.
...
ama sadece kronolojik olarak ilerlediğini söyleyebileceğimiz bir film değil bu. karakterlerin geçmişini, geleceğini gördüğümüz, hüznüne de, öfkesine de, enerjisine de, sükunetine de şahit olduğumuz bir öykü adeta. ama en çok, geçmiş vurgusu var. ne zaman oyunlar oynamayı bıraktık, ne zaman çocukluk arkadaşlarımız başka şehirlere taşındı, ne zaman saçlarımızı kestirdik, ne zaman evlendik, ne zaman çocuklarımız oldu? geçen zamanın peşinde, eski fotoğraflara bakma hissini takip eden bir albüm "the suburbs." kabaca özetlersek, ilk albümde ölüm, ikincisinde ise tüm insanlığın hızla yaklaşmakta olduğu kıyamet merkezdeki temalar ise, "the suburbs"te de bu: geçmiş. zaman.
...yine de "the suburbs"ü değerlendirirken iki noktaya dikkat etmek gerekiyor. birincisi, win'in albümü açıkladığı cümleleri: "bu, banliyölere bir aşk mektubu değil. bir itham da değil. sadece banliyölerden atılmış bir mektup." ikincisi, bunun albümün "konseptinden" ziyade "teması" oluşu. arcade fire, "the suburbs"ü adeta bir film gibi örmüş. 63 dakika boyunca sound bütünlüğünden ziyade bu tema etrafında dönüp durmaları bu hissi veren.
...
ilk şarkı "the suburbs"ün 70'ler popuna dokunan yanı, tam da bu duyguyu destekliyor. "edward scissorhands"te tom jones'un "it's not unusual"ın (defalarca) kullanılmasına benzer şekilde, hafif, bol tekrarlı bu şarkı sizi banliyölere bırakıveriyor. banliyöde büyümüş bir çocuğun hissi tam da bu olmalı. hiç geçmeyecekmiş gibi gelen günler, büyük bir boşluk duygusu. sanki "the suburbs"den "ready to start"a geçiş de tam çocukluktan deli ilk gençlik yıllarına tekabül ediyor. biraz zorlasak "modern man"deki durgunluğu da onun bir sonraki evresi olarak görebiliriz, isterseniz.
...
ama sadece kronolojik olarak ilerlediğini söyleyebileceğimiz bir film değil bu. karakterlerin geçmişini, geleceğini gördüğümüz, hüznüne de, öfkesine de, enerjisine de, sükunetine de şahit olduğumuz bir öykü adeta. ama en çok, geçmiş vurgusu var. ne zaman oyunlar oynamayı bıraktık, ne zaman çocukluk arkadaşlarımız başka şehirlere taşındı, ne zaman saçlarımızı kestirdik, ne zaman evlendik, ne zaman çocuklarımız oldu? geçen zamanın peşinde, eski fotoğraflara bakma hissini takip eden bir albüm "the suburbs." kabaca özetlersek, ilk albümde ölüm, ikincisinde ise tüm insanlığın hızla yaklaşmakta olduğu kıyamet merkezdeki temalar ise, "the suburbs"te de bu: geçmiş. zaman.
kanımca arcade fire'ın gitarları öne çıkartması ve ilk defa dokunduğu elektronik seslerin varlığı biraz da bundan. zamana böylesi vurgu yapan bir albümde müziğin de zamanımıza daha fazla dokunması çok anlamlı. ben "funeral" ve "neon bible"da "carnivale"-vari bir dünyada, bundan üçyüz yıl önce kasaba kasaba dolaşıp insanlara derdini anlatan bir kara kumpanya olarak görürdüm arcade fire'ı. "the suburbs"te hiç olmadığı kadar günümüze aitler. ama bunu 2010 yılının sound'u olarak değil de, daha geniş anlamda okuyun lütfen. hayatımızı yaşadığımız çağ anlamında günümüz. zira benzersiz güzellikteki "sprawl ii (mountains beyond mountains)"ta sisler arkasından bir 1970'ler pop şarkısı duyuyoruz. "month of may"in cbgb'den fırlama enerjisi, "empty room"daki kemanlı shoegaze tadı da unutulmamalı.
...
eğer bir filmse "the suburbs," ben en çok regine chassagne'in oynadığı rolü sevdim burada. win butler'ın biricik eşi, ilk iki albümde dünyanın sonunun geldiğini çaresizce haykıran geri vokalleriyle zaten dikkat çekmişti. ama burada aşık, özlemli bir kadın. "empty room" ve "sprawl ii" albümün en güzel şarkılarıysa bunda regine'in payı çok çok büyük.
...
elbette yukarıda bahsettiğimiz sound farkının yaratması muhtemel bir sorun var. ilk iki albümün benzersizliğini buradaki sessel ve tematik konsepte kurban ediyor arcade fire. ben yine onların müziğini başkalarına benzetmemekte inatçıyım, ama bu albümü dinlerken yapılacak referanslar ilk iki albüme göre çok daha fazla sayıda. ama bu da başlı başına grubun cesaretini gösteren bir tavır. şöyle açıklayalım, önceden kendi tepelerinde rakipsizdiler zaten, şimdi o rakipsizliği diğerlerinin yanlarına indiklerinde de göstermek durumundalar. tabii ki bunu fazlasıyla başarıyorlar.
...
bu kadar büyümüş olmak ("the suburbs" billboard albümler listesine bir numaradan girdi, yayınlandığından beri de ilk 10'dan düşmedi) arcade fire'da da bir hesaplaşma yaratıyor tabii. "ready to start"ın olağandışı açılış dizelerine dikkat edin: "iş adamları kanımı içiyorlar, sanat okulundaki çocukların yapacaklarını söyledikleri gibi." kabaca bir tercüme de olsa, sanat-ticaret ikilemini bu kadar netlikle anlatan bir dize okumamıştım daha önce. "city with no children"da da benzerbir duygu var üstelik: "bir vaizden alıntılar yapan milyonere asla güvenilmez / onlardan olmadığımı düşünürdüm ama artık bu konuda şüphelerim var."...
eğer bir filmse "the suburbs," ben en çok regine chassagne'in oynadığı rolü sevdim burada. win butler'ın biricik eşi, ilk iki albümde dünyanın sonunun geldiğini çaresizce haykıran geri vokalleriyle zaten dikkat çekmişti. ama burada aşık, özlemli bir kadın. "empty room" ve "sprawl ii" albümün en güzel şarkılarıysa bunda regine'in payı çok çok büyük.
...
elbette yukarıda bahsettiğimiz sound farkının yaratması muhtemel bir sorun var. ilk iki albümün benzersizliğini buradaki sessel ve tematik konsepte kurban ediyor arcade fire. ben yine onların müziğini başkalarına benzetmemekte inatçıyım, ama bu albümü dinlerken yapılacak referanslar ilk iki albüme göre çok daha fazla sayıda. ama bu da başlı başına grubun cesaretini gösteren bir tavır. şöyle açıklayalım, önceden kendi tepelerinde rakipsizdiler zaten, şimdi o rakipsizliği diğerlerinin yanlarına indiklerinde de göstermek durumundalar. tabii ki bunu fazlasıyla başarıyorlar.
...
...
burada çok önemli bir nokta var. arcade fire, çağdaşları arasında görülmeyen bir ciddiyetle çalışıyor müziği üzerinde. zahmetsizce yapılmış hissi veren müzikleri herkes sever, kendini fazla ciddiye almamak da önemli bir erdemdir, ancak arcade fire'ın müziğini ve kendini ciddiye alış biçimi karşısında da saygı duymamak mümkün değil. bahsettiğimiz gibi albümü film gibi örme kısmı bir yana, sound konusunda kolaylıkla duyulmayacak detaylara bile nasıl kafa yorduklarını bilmek de bunun göstergesi. örneğin bu albümdeki her bir şarkıyı önce plaklara kaydetmiş grup. "biz de birçok şeyi mp3'ten dinliyoruz ama biz birbuçuk yıl oturup mp3 kaydetmedik. çoğu kimsenin farkına bile varmayacağı ufak farklar üzerinde çok çalıştık" diyorlar. ve bir dinleyici olarak ben de bundan etkileniyorum. müzisyen ne kadar ince çalışıyorsa müziği üzerinde, o kadar çok dikkati, emeği hak ediyor. en azından "the suburbs" için durum bu. last fm'ime de yansıdığı üzere, son bir ay içinde neredeyse başka hiçbir şey dinlemedim. kimi zaman güne "the suburbs"le başladım, kimi zaman uykuya dalmadan önceki sessizlikte bu filmin kulağımdan yola çıkıp zihnimde bir kez daha oynamasına tanık oldum. kimi zaman da yolda, şehrin gürültüsü kulağımdaki müziğe üstünlük sağlamaya çalışırken, hafif açık bir pencere yüzüme rüzgardan tokatlar indirirken ve pencereden şehrin polaroid görüntülerine tanık olurken dinledim "the suburbs"ü. her seferinde tüylerim diken diken oldu, duygulandım, daha önce hissetmediğim şeyleri hissettiğime, kimi zaman da çok iyi bildiğim duyguları paylaştığına şahit oldum. her seferinde "the suburbs (continued)" gelip çattığında 1950'lerden yadigar bir fransız filminin finaline tanık olmuşçasına durdum, nefesim kesildi. dinledim. çok dinledim. ve çok sevdim. bir yazı daha yazıp albümün bambaşka erdemleri üzerine de kelime harcayabilirdim, ama elimden gelen bu kadarıydı. bu kadar büyük, bu kadar güzel bir albüm dinlememiştim çünkü ne zamandır.
...
"the suburbs," şimdiden 2010'un en iyi albümü. 2011 ve 2012'nin de. nereden mi biliyorum? çünkü arcade fire sadece üç yılda bir albüm yayınlıyor.
ilk iki albümünden sonra the suburbs ü dinleme zamanım henüz geldi, zira ilk albümle eşzamanlı değildi tanışmamız.. iki gün oldu dinlemeye başlayalı.. nasıl diyeyim; bi görünüyorum bi kayboluyorum bu şarkıların içinde.. öyle garipçe bişeyler işte...
ReplyDelete