bazılarınızın bildiği üzere, 7 yıllık istanbul serüvenimin ardından bir yıldan fazla bir süredir dünyanın en çirkin şehirlerinden biri olan ankarada yaşamaktayım.. haliyle, fırsat buldukça kendimi şehir dışına, mümkünse istanbula atmaya çalışıyorum..
iki hafta kadar önce de yine istanbuldaydım.. bu sefer ilginç bir şey dikkatimi çekti ama: toplam üç gün kaldığım şehirde iki kez, içinde bulunduğum toplu taşıma aracı (otobüs ve minibüs) polis kontrolünden geçti.. ilkinde iki polis memuru otobüse binerek tek tek kimlik kontrolü yaptı, ellerindeki havalı avuçiçi bilgisayarlardan da yardım alarak.. yanılmıyorsam 20 dakika sürdü bu işlem, ve otobüsün içindeki yaklaşık 50 insanın hayatından 20'şer dakika çaldılar.. istanbulda daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım, ama hangi ülkede yaşadığımı henüz unutmamış olduğum için çok da şaşırmadım.. şaşıran birileri vardı tabi, 4 turist genç.. içlerinden biri, bekleyişin uzamasının ardından, alman olduğunu tahmin ettiğim bir diğerine "almanyada böyle bir şey olabileceğini hayal edebiliyor musun?" dedi; aldığı yanıtı söylememe gerek yok sanırım..
neyse, ben dahil herkes koyun koyun bekledi sonuçta, demek ki hakediyoruz bu muameleyi.. geçen pazar ahmet inselin radikal ikide yazdığı da benzer bir şey işte: ingilterede, ispanyada, ya da amerikada belediye otobüslerinin üzerine verilen "muhtemelen tanrı yok, endişelenmeyi bırak da hayatın tadını çıkar" ilanlarını bizim iett otobüslerinin üzerinde tahayyül bile edememek esas sorun.. istediğimiz kadar "biz de sizin gibiyiz, bakın ne kadar medeniyiz" deyip duralım, değiliz.. oralarda da herkes desteklemedi tabi bu ilanları, hatta çoğunluk belki de çok rahatsız oldu, ama düğüm noktası da bu zaten, yine de varolabiliyor farklı sesler.. bir ses diğerini bastırmaya yetmiyor, ne kadar istese de.. çünkü batımızdaki dünyada çoktan öğrenildi şu basit ama güçlü gerçek: farklılıklarla ilerliyor toplumlar.. bizimkilere kötü haber.. "birlik ve bütünlüğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde" hem de..
iki hafta kadar önce de yine istanbuldaydım.. bu sefer ilginç bir şey dikkatimi çekti ama: toplam üç gün kaldığım şehirde iki kez, içinde bulunduğum toplu taşıma aracı (otobüs ve minibüs) polis kontrolünden geçti.. ilkinde iki polis memuru otobüse binerek tek tek kimlik kontrolü yaptı, ellerindeki havalı avuçiçi bilgisayarlardan da yardım alarak.. yanılmıyorsam 20 dakika sürdü bu işlem, ve otobüsün içindeki yaklaşık 50 insanın hayatından 20'şer dakika çaldılar.. istanbulda daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım, ama hangi ülkede yaşadığımı henüz unutmamış olduğum için çok da şaşırmadım.. şaşıran birileri vardı tabi, 4 turist genç.. içlerinden biri, bekleyişin uzamasının ardından, alman olduğunu tahmin ettiğim bir diğerine "almanyada böyle bir şey olabileceğini hayal edebiliyor musun?" dedi; aldığı yanıtı söylememe gerek yok sanırım..
neyse, ben dahil herkes koyun koyun bekledi sonuçta, demek ki hakediyoruz bu muameleyi.. geçen pazar ahmet inselin radikal ikide yazdığı da benzer bir şey işte: ingilterede, ispanyada, ya da amerikada belediye otobüslerinin üzerine verilen "muhtemelen tanrı yok, endişelenmeyi bırak da hayatın tadını çıkar" ilanlarını bizim iett otobüslerinin üzerinde tahayyül bile edememek esas sorun.. istediğimiz kadar "biz de sizin gibiyiz, bakın ne kadar medeniyiz" deyip duralım, değiliz.. oralarda da herkes desteklemedi tabi bu ilanları, hatta çoğunluk belki de çok rahatsız oldu, ama düğüm noktası da bu zaten, yine de varolabiliyor farklı sesler.. bir ses diğerini bastırmaya yetmiyor, ne kadar istese de.. çünkü batımızdaki dünyada çoktan öğrenildi şu basit ama güçlü gerçek: farklılıklarla ilerliyor toplumlar.. bizimkilere kötü haber.. "birlik ve bütünlüğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde" hem de..
No comments:
Post a Comment