Monday, April 20, 2009

28. istanbul film festivali günlüğü (beş)

* cumartesi akşamı. bir önceki gece iki film izlemişim, üzerine cumartesi de 11.00'den 19.00'a kadar tüm seanslara girmişim. enerjim yerinde, tatminim ise eksik. "sunshine cleaning"e bilet alıyorum son anda. tam aradığım şey! film kaç dakika sürüyor bilmiyorum ama benim gözümde yarım saati ya geçti ya geçmedi. o kadar mutluydum ki bu filmi izlediğime, çıktığımda "işte bu! işte bu!" diye göğsüme vurarak tribünlere koşacağım neredeyse bir futbolcu tribinde. film festivalinden beklenenlerle tam olarak uyuşmuyor olabilir: farklı sinemasal deneylere girişmiyor, izleyicisini zorlamıyor, dahası bu filmi kolayca indirir izlersiniz, hatta annenizle izleseniz sıkılmazsınız. bu kriterlerin birçoğu festival filmi tanımının karşılığı olabilir, evet. ama saf amerikan bağımsız sineması ruhu var bu filmde, ve ben bunu çok özlemişim. ingilizce duymayı da, kameranın hareket etmesini de, perdede bana benzemeyen güzel güzel insanların loser'ları oynamasını da, amerikan tipi esprileri de!

* alan arkin, mazhar alanson'a ne kadar benziyor!

* amy adams hakkında söylediklerimiz hala geçerli.

* kusura bakmasınlar da, filmi övmeye devam edeceğim: yeter fransız kadının kişilik sorunları, yeter arjantinli çocuğun otomobilini tamir ettirmeye çalışması, birazcık hikaye, birazcık tempo aramışım artık! "günışığı temizleme şirketi" bu festivalde izlediğim en güzel filmlerdendi.

* hemen silip atmayayım, fransız kadının kişilik sorunları ("öteki") ile arjantinli çocuğun arjantinli çocuğun otomobilini tamir ettirmeye çalışması ("tahoe gölü") da iyi sonuçlar çıkarttılar. ama naifin, minimalin aşırı dozu da birazcık sıkıntı yaratabiliyor bazen.

* belçika filmi "eldorado" da içinde jim jarmusch etkileri taşıyan, hoş bir yol filmiydi. kameranın sadece iki defa kıpırdadığı "tahoe gölü"ndeki ekran karartıları da epeyi "stranger than paradise" kokuluydu.

* "pontypool"dan yeterince memnun kalmadım. ben güzel, gore bir zombi filmi beklerken filmin ilk 40 dakika boyunca hiç hareket göstermemesi, kalan 50 dakikasında da ağır tempoyu tercih etmesi hoşuma gitmedi. zekice bir fikir çok daha vurucu kullanılabilirmiş bence.

* bertrand tavernier'nin "sislerin içinden"i klişelere fazlasıyla dalmasının yanında sevimsiz ana karakteri ile senaryodaki belirgin açıklıkları yüzünden kan kaybediyordu. yine de usta bir yönetmenin çerçeve, oyunculuk, ritm gibi konulara ne kadar hakim olduğunu görmek de şıktı. ayrıca mary steenburgen ile john goodman kimbilir ne kadar zamandır görünmüyorlardı perdede.

* bill plympton'ın filmlerine değinmek gerek. "ahmaklar ve melekler" izlediğim üçü arasında en beğendiğim oldu, her ne kadar sondaki 15 dakikasını biraz gereksiz bulsam da. "şarkı" da ilk sıra için sıkı yarışır, çok keyifli bir filmdi. "mutant uzaylılar" ise vasatın biraz üzerindeydi. plympton'ın kardeşi pink martini'de çalıyormuş, "mutlaka türkiye'ye gitmelisin" der dururmuş. filmden sonra kartpostallara küçük çizimler yapıyordu filmini izlemeye gelenler için. sıra o kadar uzundu ki, vaz geçtim.

* "ahmaklar ve melekler" ile françois ozon filmi "ricky" arasında enteresan bir paralellik var. ozon'un sevmediğim filmi hiç olmadı, ama olgunlaştıkça yaptığı "hayata övgü" filmleri ayrı bir hoşuma gidiyor. ricky filmin yıldızı tabii ki, ama lisa'ya bayıldım. yaşından büyük olgunluk gösteren çocuklara bayılıyorum filmlerde.

* kapanış filmim ise "kiraz çiçekleri" oldu. hayran olduğum kathryn bigelow'un "düşman hattı" yerine programa eklendiğinde, "hah, bana denk gelir atmasyon bir film" demiştim ama sonra öğrendim ki izleyenler dağılıyor. hatta bir seansta ağlamaktan bayılma noktasına gelen bir kadın olduğu da hem eş dost, hem de medya kanalından doğrulandı. böyle bir "çok ağlanıyormuş" havası yaratıldıktan sonra insan filme karşı tuhaf beklentilerle doluyor. filmin sonunda ne olacağını tahmin etmeyi seven bir adam değilim hiç, ama böyle bir durumda "ne olacak da ağlayacağız" diyorsunuz haliyle. ama aslında "kiraz çiçekleri" göz yaşı pınarlarını kurutucu değil de, iç burkucu, boğaz düğümleyici cinsten, acıklı değil de, hüzünlü bir film bence. festival kapanışı için ideal olduğunu söylemeliyim. her festivalin bitişinde insanda oluşan boşluk hissiyle uyumluydu çünkü.

1 comment:

  1. Sunshine Cleaning için aynı hisler bende de oluştu. Fransızı, İranı, Fini, İsveçi derken 'özlemişim lan' dedim.

    ReplyDelete