"slumdog millionaire"in latika'sının şansı açıldı. woody allen'ın yeni filminde oynayacak. rol arkadaşları antonio banderas, naomi watts, josh brolin ve anthony hopkins. kapak ise vogue'un hindistan baskısından. etkileyici olduğu muhakkak. freida'nın hindistan'ın yeni yüzü olacağı da. gerçi önceki kimdi ki? kelly kapoor mu?
Friday, February 27, 2009
freida pinto
"slumdog millionaire"in latika'sının şansı açıldı. woody allen'ın yeni filminde oynayacak. rol arkadaşları antonio banderas, naomi watts, josh brolin ve anthony hopkins. kapak ise vogue'un hindistan baskısından. etkileyici olduğu muhakkak. freida'nın hindistan'ın yeni yüzü olacağı da. gerçi önceki kimdi ki? kelly kapoor mu?
Wednesday, February 25, 2009
werchter '09
kıta avrupasındaki festivallerinin gözbebeği rockwerchter 2009 kadrosunun bir kısmını açıkladı, dudaklar yine uçuk uçuk! coldplay, the killers ve oasis'i bir kenara koyarsam, mastodon'u izlemek isterdim açıkçası. ayrıca henry rollins'in spoken word'ü büyük ihtimalle yardıracaktır. metallica, nick cave and the bad seeds, elbow'un yine yardıracağı kesin. kings of leon'un headliner'lığa terfi etmesi vurucu tabii, geçen yıl radiohead, sigur ros ve ben harper'ın öncesinde çalmışlardı.bu line-up'la (ve sağlam eklentilerle) tahminen bir kez daha yılın festivali seçilecekler. ama geçen yılın acısını şimdiden çıkartmaya başlayan glastonbury da kesin coşacaktır. bir de, alt alta yazıldığında kadro avantajı werchter'de, o kesin, ama glasto'nun haşmeti de başka bir şeyde yok be kardeşim...
rockwerchter 2009
2 temmuz
Main Stage: The Prodigy Oasis Placebo Dave Matthews Band
Pyramid Marquee: Tiga Emiliana Torrini
3 temmuz
Main Stage: Coldplay The Killers Bloc Party Elbow Amy Macdonald
Pyramid Marquee: Jason Mraz The Streets Henry Rollins Spoken Word
4 temmuz
Main Stage: 2manydjs Kings of Leon Nick Cave and the Bad Seeds Franz Ferdinand Limp Bizkit
Pyramid Marquee: Katy Perry
5 temmuz
Main Stage: Metallica Seasick Steve Mastodon
Tuesday, February 24, 2009
eternal sunshine kafası: hafıza sildirmek
bir süredir konuşuluyordu, arada sağda solda haberleri çıkıyordu da, geçen hafta istenmeyen anıları sildiren ilacın başarılı sonuçlar verdiği açıklandı. hepimiz de romantik çocuklar olduğumuz için "eternal sunshine of the spotless mind"ı düşündük tabii. büyük kayıpların, ayrılıkların yarattığı travmadan böyle bir hapla kurtulabiliriz ya!...
tamam büyük acılarda yapacağız bunu da, diğerleri ne olacak? patronun saçma sapan sebeplerle bizi fırçalamasına, taksicinin fazladan dolaştırmasına, yoldan geçen aracın bize su sıçratmasına, garsonun bize kötü davranmasına karşı ne yapacağız? büyük travmalara lafım yok ama insanı geren biraz da bu küçük olayların toplanması değil mi yahu? gün içinde 83 defa bok gibi hissetmemize neden olan her şey için bir hap alıp müptela mı olacağız?
!f istanbul günlüğü (iki)
 
 
 Monday, February 23, 2009
boyle-y-wood sunar: slumdog millionaire
1996'da, mersin'de bir pazar günü, gediz sineması'nda "trainspotting"i izlediğim gün dün gibi aklımda. sinemanın bir yönetmenlik sanatı olduğunu yeni yeni anlamaktaydım daha, stili filmin hizmetine sunmak ne demektir hiç bilmiyordum tabii. boyle'un yeri geldiğinde filminin tonlarını nasıl koyulaştırdığını, gerektirdiğinde nasıl bir sürat yüklemesi yaptığını, tam gereken zamanda umudu nasıl yansıttığını dile getirecek kadar dolmamıştım henüz. ama hissetmiştim, o filmde farklı bir şeyler vardı. o farklı şeyler de zaman içinde "bazı" filmleri neden diğerlerinden daha çok önemsediğime dair ipuçlarıydı. başka türlü bir şeydi benim istediğim, ne "independence day"e benzerdi, ne de "mission: impossible"a! o aradığım şeyin de ne olduğunu değilse bile neye benzediğini "drive boy, dog boy, dirty numb angel boy" diye kafamda yankılanan sözler eşliğinde anlayacaktım.
 
 
 
 sihre inanmak
 bayanlar baylar, karşınızda oscar tarihinin en güzel ödül konuşmalarından birisi var. james marsh "man on wire" için en iyi belgesel oscar'ını kabul ederken philippe petit (filmi izleyenler için son derece tanıdık bir çocuksulukla) koşarak sahneye gelir. sözü alır: "şimdi oscar tarihinin en kısa konuşmasını yapacağım: 'evet!'" ...
daha sonra cebinden bir para çıkartır, adaylardan büyük usta werner herzog'a döner. "werner, bana verdiğin bu parayı hep sakladım ve haklı çıktın, biz kazandık. demek ki artık akademi'nin inanma vakti geldi..." (petit klasik el hareketleriyle parayı yok eder) "sihre!"
"teldeki adam"ı izlediğim günlerden beri zaten hayrandım bu adama. insanın sınırlarının sandığımızdan ne kadar ötede olduğunu gösterdiği için. bir de çocuksu enerjisini oscarlarda da gösterdi ya, iyice kahramanım oldu.
Sunday, February 22, 2009
oscar 2009 - tahminler, beklentiler
suç tam olarak kimde bilmiyorum ama sıkı bir oscar takipçisi olarak 1996'dan beri ödül gecesine bu kadar hazırlıksız yakalanmamıştım. o yıl "breaveheart" dışında hiçbir filmi izlememiştim, bu yıl ise "slumdog millionaire" ve "the curious case of benjamin button" dışında en iyi film adaylarını izlemedim. sanırım "the reader" ve "frost/nixon"ı hala izleme şansım vardı ama bu konuda da pek istekli bulmadım kendimi. her neyse, biraz vizyon gariplikleri, biraz da benim basiretimle ilgili bazı durumlar neticesinde oscar'a pek de öyle tam techizatlı girmiyorum. Sanat Yönetimi: The Curious Case of Benjamin Button
Ses Mix'i: The Dark Knight
Orijinal Müzik: Slumdog Millionaire
Orijinal Şarkı: "Jai Ho" - Slumdog Millionaire
slumdog sonrasında herkes filmin müziğinin ne kadar güzel olduğunu konuşuyordu. haklılardı da. eğer bruce springsteen "the wrestler"la yarışa dahil edilseydi muhtemelen ipi göğüslerdi ama şimdi mia ve rahman'dan bir zafer bekliyorum.
Animasyon: Wall-E
Yabancı Film: Valse Avec Bachir
Kısa Belgesel: The Conscience of Nhem En
Kısa Animasyon: Oktapodi

evet, yine ne yaptılar ettiler, kendilerine bağladılar. ben cnbc-e'deki "dublajsız" versiyonu takip etme niyetindeydim, ama ntv'de cem yılmaz'ın varlığı sonucu sanırım başka kanala geçemeyeceğim. kolada tercih coca-cola, cipslerde ise ruffles classic, doritos nachos ve lay's'in gurmeleri favori görünüyor, critos bugles ise son anda yaptığı bir atakla öne geçebilir.
Friday, February 20, 2009
25 greatest alternative love songs by NME

Thursday, February 19, 2009
!f istanbul günlüğü (bir)
istediğim gibi festival günlüğü yapamadım maalesef. ama madem ortasını biraz geçtik !f istanbul'un, şöyle bir toparlama yapayım. belki hafta sonunda birkaç film yakalamak isteyenlere yol gösterir, hem festival bittiğinde de toptan hepsini anlatmaktan daha kolaylaşır işim. 
"tokyo!" enteresan lezzetlerdendi. tam gondry'lik ilk öykü beni hayran bıraksa da, diğer iki öyküdeki özgünlüğü de beğendim. her ne kadar carax'ın "bok" episodu midemi alt üst etse de.
bembeyaz: whitest boy alive - rules
 Saturday, February 14, 2009
aşk (iki)
ilk tanıştığımız gece masadaki bir arkadaşından ödünç aldığı dvd'leri geri veriyordu. "taxi driver" için "beklediğim gibi değildi" dediğinde bu yoruma burun kıvırmıştım. böyle bir filmi nasıl beğenmezdi? halbuki daha sonra itiraf edecektim ki, bildik kurallarla düşünen, yargılara varan birisi değildi. sevdiğim özelliklerinden birisi bu olacaktı. zira ergenlik döneminde bir geceyarısı izlediğim "taksi şoförü"nün neden bu kadar büyük olduğunu anlamaya çalışarak günler geçirmiş olan benden farklıydı.
yine aynı gece "lost" izlemediğim için dalga geçti, "niye yaşıyorsun ki o zaman?" dedi ve güldü. harıl harıl izleyip bir sezonu birkaç günde bitirecektim sonradan. 
birlikte gittiğimiz ilk film lumet'in "find me guilty"siydi. böyle bir unvanı kolay taşıyamayacak önemsiz bir film. ekim ayıydı, filmekimi'ydi. o filme başka bir seans için biletim vardı, ama bir başka gösterime birlikte gitme fırsatını kaçıramazdım. ilk gerçek filmimiz ise "the science of sleep"ti. tüm filmi "acaba elini tutsam mı?" diye düşünerek geçirmiştim. merak ediyorsanız hayır, cesaret edemedim buna.
14 şubat'ın bir önemi var mı? belki. ama sanırım durup geriye bakma fırsatı yaratan her günü seviyorum. böyle, filmler (vaya başka durumlarda şarkılar, mekanlar, olaylar, sözler) üzerinden ilişki tarihi çıkartmayı da.
tabii biraz dışında durunca çiçek almalar, özel bir şeyler yapmak için rezervasyonlara kasmalar gibi şeylerin herkes tarafından aynı anda yapılması biraz komik de görünüyor. ama bu tip özel günlere çok şiddetli karşı çıkmak da eskisi gibi cool değil. umut sarıkaya'nın "yıllarca yılbaşı, sevgililer günü gibi tarihlerin kapitalizmin bize dayattığı kavramlar olduğunu öne sürüp karşı çıktım. ama düşünüyorum da bende de biraz yarraklık var gibi" karikatürü gibi. ne konvoyun bayrak sallayan adamı olmak lazım, ne de tüm kapitalizm eleştirisini 14 şubat'a yükleyen kişi.
kutlu olsun önem verenlere işte. "the office"in ikinci sezonundaki "valentine's day" bölümünü bir kez daha izleyip kelly-ryan hikayesine biraz daha güleyim ben... geceyarısı seansındaki "all the boys love mandy lane"e kadar vakit çok.
aşk (bir)
("Hüzünlü Bir Aşk Hikayesi" - L. Gülden Treske, "Sinemadan Çıkanlara Öyküler" kitabından)
Friday, February 13, 2009
kaçış edebiyatı
Wednesday, February 11, 2009
!f istanbul #8
 artık iki gün üst üste toplu film gösterimi yapanlar, bir gecede üç grup çıkaranlar festival kelimesine sığındığından eskidi galiba bu kelime. evet, ilk yılından beri, özellikle de unutulmaz 2003 (yani üçüncü) yılından beri bu "festival" kelimesini en çok hak eden etkinliklerden birisi !f istanbul ama yine de benim için "film günleri" bunlar, artık festivalin hakkını eskisi gibi veremediğimden mi bilmem. içimden öyle geliyor....
bir iddiaya göre bu yıl festivalin pek de fazla ilgimi çekmediğini söylemişim. ben öyle hatırlamıyorum, gişedeki kızın beni tanımasına yetecek kadar fazla "kitapçık çıktı mı?" sorusunu da sormuştum. ama yine de üçüncü turu da geçen bu kadar sayıda film olacağını düşünmemiştim (festival film seçme ritüeli: ilgi çekici bütün filmler ilk turu geçer. ikinci turda seanslara da bakılarak çakışmalar saptanır ve gözden çıkarılabilecek bazı filmler de gider. üçüncü turda gerçekdışı bir listeden realist ölçülere geçilir). ama itiraf etmeliyim, festival hissiyatı beni her seferinde yakalıyor. filmleri indirip izlemekle falan olacak iş değil o. hayata mola almanın yolu o günlerde oraların yakınlarında olarak, o günleri kimi zaman nefret ettiğim ama bazen kendime de çok benzettiğim (belki de o yüzden nefret ediyorumdur! ucuz psikoloji!) insanlarla birlikte takılarak geçiyor.
...
benim bu seneki listem bu. çalışan sinefiller için dar alanda kısa paslaşmalar kaçınılmaz, malum. o yüzden üst üste binen fazlasıyla film var. arada film tutması ayaratsa da bir festivalin tatlı sarhoşluğu gibi bir durum aslında bu.
...
tavsiye isteyenler için doğru adam olmayabilirim. zira bana danışan bir arkadaşım "o da güzel, o da iyiye benziyor, o enteresandır" cümlelerime "allah belanı versin" karşılığını verdi. hit filmler tabii ki en garantiler. ama slumdog millionaire, the wrestler, revolutionary road, the international gibilerini mutlaka bir yerde yakalarsınız. benim favorim geçen yılın ilk 10 listelerinde hep gördüğüm "man on wire." dvd, divx bulunur ama bir belgesel olarak gösterim şansı çok az bariz bir şekilde. müzik filmlerinin büyük ağırlığı var, "sonic youth: sleeping nights awake" ve "berlin calling" benim ilgimi çekenler. kuzey filmlerinde de iyi şeyler var gibi. star kurgucu (bu bir oksimoron aslında) valdis oskarsdottir'in ilk filmi "kır düğünü," müzikleriyle ilgimi çeken "yngve'yi seven adam" ve "başka bir aşk hikayesi" dikkate değer. geceyarısı sineması ve !f kült meraklısına. ben o akımdan üç-dört film kaptım bile mesela.
tek planda dünya ve gökkuşağı bölümdelerinde pek bir highlight göremedim açıkçası. normalde her bölümden en az bir film görmek gibi bir adetim vardır halbuki.
..
amerikan bağımsız sinemasının hastası kategorisine çok net giren bir insan olarak ne yazık ki tek filmde kalıyorum galiba: "nights and weekends." zaman ve mekanın dikenli telleriyle çevrilmiş bir hayat yaşıyoruz, ne yapalım! benim de iki elim, iki ayağım, iki gözüm, ay sonunda ödemem gereken bir kiram ve o konuda muhtaç olduğum bir işim var kardeşim'
...
herkese iyi seyirler, keyifli bir hafta!
yağmurun sesine
 Tuesday, February 10, 2009
yaşasın hayat
 Dünyayı yönetirdim vaktiyle Monday, February 9, 2009
grammy'ler
sinema ödüllerine duyduğum mantıkdışı merakın aksine, müzik ödülleri hiçbir zaman o kadar da çok cezbetmedi. bunun sebebini gerçekten bilemiyorum. sinemada ödüllerin daha makul dağıtılması mı acaba? o çok burun kıvrılan oscar'ların bile günde arada bir doğruyu göstermesi, o yılın en iyi filmlerini ödüllendirişinde adilane bir yan var sanki. en azından oscar'lara şöyle bir bakan kişi son 80 yılda sinemanın geçirdiği değişimi, hakim anlayışı, belli başlı akımları gözlemleyebilir. ama müzikte öyle değil. oscar'ın müzikteki direkt karşılığı olan grammy'ler o yılın sağlıklı bir müzikal analizini yapmıyor hiçbir zaman.
burada derdim "sektör kendisini ödüllendiriyor, al gülüm ver gülüm yapıyorlar" demek veya klasik popülerlik eleştirisi döşenmek değil. ama 2007'nin sonundan 2008'in sonuna kadarki 12 aylık dönemin en önemli albümü "raising sand" miydi, adele, duffy, coldplay ve lil wayne dışında hiç mi kaydadeğer bir şey olmadı, ondan hiç emin değilim!
alanlara hak etmiyorlar diyemiyorum ama. adele'nin abartıldığını düşünsem de "chasing pavements" güzel şarkı. alison krauss ve robert plant ortaklığı "raising sand" tam grammy kulaklarına hitap eden, sıkı bir amerikana albümü. coldplay'in "viva la vida or death and all his friends"i nefis bir albüm ve jürinin u2 benzeri büyük rock sevdasına denk düşüyor.
dolayısıyla "müzik yarış atı değildir" diyen nick cave ile aynı pencereden bakmıyorum, ama grammy'ler her yıl şöyle bir bakıp kolaylıkla unuttuğum ödüller oluyor. ama "viva la vida"ya verdikleri "yılın şarkısı" ödülü de tam isabet olmuş, eklemeden geçemeyeceğim.
Saturday, February 7, 2009
benjamin ve zaman
"the curious case of benjamin button"ı izledim. sanki filme dair bir cümle bile etsem birileri için her şeyi berbat edecekmişim gibi geliyor. o yüzden sadece şunu söyleyeceğim. filme ruh ikizi olabilecek bir dize var amy macdonald'ın "mr. rock'n'roll" şarkısında. "i wish i knew you when the time was still on my side" diyor. filmi izlerken "zaman kimin tarafında ki?" diye sormamak imkansız... bu meselelere kafa yormuş herkes için -ki, kim zaman kavramı üzerine düşünmez ki?- çok özel bir tecrübe olmalı benjamin button'ın tuhaf hikayesini izlemek...
Friday, February 6, 2009
amy adams
"junebug"daki çenesi düşük köylü güzeli karakterine kadar hollywood'un sakladığı bir sır gibiydi amy adams. yine de arkasından gelen "talladega nights," "the ex," hatta sadece bir an göründüğü "tenacious d in the pick of destiny" gibi filmleri hatırlayınca şansı birden de dönmemişti. ama "enchanted"ın afişini gördüğüm an, "hah, nihayet akıl edebildiler şunu" demiştim. "enchanted"da ona layık gördükleri prenses rolüne en çok yakışacak oyuncuydu belki de. saklamaya gerek yok, nicole kidman sonrasında sinemanın gördüğü en kusursuz, en simetrik yüz onunki....
bugün gösterime giren "doubt" ona "junebug"dan sonra ikinci oscar adaylığını kazandırdı. meryl streep ve philip seymour hoffman gibi iki devin varlığına karşın eğer bu filmi izlemek istiyorsam sebebi amy'dir. onun saf, temiz kız rollerinin dışına çıkabildiğini umarak.
...
fakat, "the curious case of benjamin button"ın koca taksim'de sadece bir sinemada oynaması!?
Wednesday, February 4, 2009
sahtekar
 bu adama iyi bakın. zira bu orospu evladı, sinema tarihinin en adi şerefsiz kişilikleri listelerine girebilecek kalibrede bir adam. evet, "changeling"in jones'u rezil bir kötü adam. "guguk kuşu"nun hemşire ratched'ı, "otomatik portakal"ın alex'i, "funny games"in paul'ü gibi izlerken ellerinizi sıktığınız, içinizi daraltan, düpedüz kötü bir kişi işte.fransız kalmaya devam
 Monday, February 2, 2009
phelps alemde
 daha dün bir arkadaşımla tarık daşgün'ü konuşuyorduk, "sen koskoca transfer rekoru kırmış adamsın, ne işin var esrarla, zengin işi koko var misal" şeklinde geyikler çevirerek. "üniversite öğrencisi misin?" demiştik ki, michael phelps'in bong'lu fotolarından haberdar değildik. başarıda da, kazandığı parada da tarık'ı üçe beşe katlayacak olan phelps de üniversite partisinde çekilmiş fotoları yüzünden zor durumda şimdi....
bu news of the world alem gazete. max mosley'nin nazi temalı sado-mazo video kayıtlarını da, amy'nin uyuşturucu görüntülerini de yayınladılar. şimdi phelps düştü ellerine. bir de açık açık "bize fotoğrafları yok etmemiz karşılığında inanılmaz teklifler sundular" diye de yazdılar.
...
phelps, 23 yaşında. spor tarihinin en büyük isimlerinden birisi, daha fazlasını da kazanacak potansiyeli var. ama wada (dünya anti-doping ajansı) tepesine binmezse. multi-milyon dolarlık sponsorluk anlaşmaları feshedilmezse.
...
doğru mu, yanlış mı kısmına girmek istemiyorum işin açığı. 23 yaşında bir sporcu, bir üniversite partisine katılıyor, orada bong'la takılıyor. bunu istediğiniz yerden yorumlayın. o partide olup, bu fotoyu çekip news of the world'e satıp tahminen onbinlerce dolar kazanan kişi var ya, asıl olay onda aslında. ama tabii michael onu bulup kürek gibi kollarıyla o elemana dünyasını şaşırtır mı, orası da var.
şampiyonun gözyaşları
 

