Son yıllarda festivallerde müzik
filmlerinin ağırlığı gittikçe büyüyor. Bu yılki İstanbul Film Festivali’nde de
Musikişinas bölümüyle temsil edildi bu ağırlık. Gösterilen sekiz filmin
yedisini (Lecuona Çalmak haricinde) gördüm, ruhumu gıdayla doyurdum.
Ayrıca bu bölümün filmleri için Motto Müzik adına festival öncesinde kaydettiğimiz özel içeriğe de buradanulaşabilirsiniz.
Festival Günlükleri (Bölüm Bir) (Bölüm İki)
Festival Günlükleri (Bölüm Bir) (Bölüm İki)
Miles Ahead (Don Cheadle)
Henüz ABD’de prömiyerini yeni
yapmış, taptaze bir film. Hani belki bu bölümde diye ıskalayanlar olmuştur,
gala filmlerinin pek çoğundan daha “gala filmi”ydi bu. Alışıldık biopic
tarzından uzakta, Miles Davis’in 1970’ler sonundaki “kayıp” dönemine
odaklanıyor Cheadle. Ve bunu da daha da alışılmadık şekilde yapıyor. Hareketli,
kavgalı, kovalamacalı, tempolu bir şekilde. Macerası da var, komedisi de,
elbette cazı da. Cheadle kameranın iki tarafında da çok iyi: Bu projeye tam
anlamıyla tutkuyla yaklaştığı kesin. Gelecek yıl Cheadle bu rolle Oscar
kovalıyor olabilir, hakkıdır da.
Doğuştan Kederli (Born To Be
Blue, Robert Budreau)
Bir başka caz efsanesinin filmi.
Ve yine, o efsanenin “düşüş” yıllarına bakıyor. Ethan Hawke’un Chet Baker’a
hayat verdiği “Doğuştan Kederli”yi, “Miles Ahead”in aksine biraz daha tutkusuz,
biraz daha klişe buldum. Baker’ın hem uyuşturucu, hem de sağlık problemleri
nedeniyle müzikten kopması, dibe vurması ve yeniden yükselmesinin öyküsü bu.
Daha geleneksel bir “biopic” olduğu için fazlaca etkilendiğimi söyleyemem. Ama
müzik filmlerinin sıkı bir takipçisi olarak kaçırmak istemezdim. Benim gibi bir
takipçiyseniz siz de atlamayacaksınızdır zaten.
İçinde Biraz Kırmızı Olan Mavi Yağmur (Akounak Tedalat Taha Tazoughai, Christopher Kirkley)
Seçkinin en ilginç filmlerinden birisi, Tuareg dilinde “mor” kelimesi olmadığı için böyle isimlendirilmiş. Prince’in unutulmaz filmi “Purple Rain”in serbest bir uyarlaması olan film, Nijerli müzisyen Mdou Moctar’ın hayatından biyografik ögeler de taşıyor. Müziğin cep telefonlarıyla dolaşıma sokulduğu bambaşka bir alemde sanat, aşk, rekabet üzerine tatlı ve küçük bir film.
Yabancıların Müziği (The Music of Strangers, Morgan Neville)
Yo-Yo Ma’nın başını çektiği ve
dünyanın dört bir yanından müzisyenlerin kaynaştığı Silk Road Project’in (İpek
Yolu Projesi) öyküsü bu. Ekip bir araya ilk geldiğinde 11 Eylül’ü yaşıyor,
sonra üzerinden savaşlar, isyanlar geçiyor. Ekibin pek çoğu için ülkesinde hala
savaş, baskı var. Suriyeli klarinetçi Kinan Azmeh’in dediği bir şey bende
kaldı: “Ayaklanma ilk başladığında, düşüncelerim müziği aşmıştı. Müzikle ifade
edemeyeceğim kadar yoğun şeyler hissediyordum. Müziğin nefesi yetmemişti adeta.”
Açıkçası buna benzer bir ifadeyi 2015 için “Müziğin Öldüğü Yıl” dediğimde
kullanmıştım. Pek çok farklı öykü, etkileyici müzikler ve karakterler var.
Sinemasal değeri yüksek mi derseniz, yok ama dünyanın müziğine ilgi
duyuyorsanız (özellikle “dünya müziği” dememeye çalıştım) izlemelisiniz. Projede Aynur'un da olduğunu ama kendisinin filmde görüşlerinin olmadığını ekleyeyim.
Michael Jackson’ın Yolculuğu (Michael Jackson's Journey from Motown to Off the Wall, Spike Lee)
Spike Lee ve Michael Jackson
isimleri bir araya gelince heyecanlanmanız doğal. Ama bu belgesel için
beklentilerinizi kısmakta fayda var. Zira adından da anlaşılacağı gibi sadece “Off
The Wall”a kadar gelen ve süresinin yarısını bu albümün şarkı şarkı
incelemesine ayıran bir belgesel bu. Elbette bizim zamanımızın gördüğü en
unutulmaz pop figürüne dair güzel doneler var, ama Jackson’ın ne kadar
yetenekli olduğunu kabul etmek için bölge bir belgesele de ihtiyaç yok. Jackson’ı
veya özellikle “Off The Wall”u sevenler için iyi bir belgesel, ama önemli bir
müzik belgeseli olmadığı kesin.
Tam Gözlerimi Açarken (À peine j’ouvre
les yeux, Leyla Bouzid)
Tunus’ta Yasemin Devrimi’nden
hemen önce protest müzik yapan bir grubun kadın vokalisti olan Farah’ın
hikayesine odaklanıyor “Tam Gözlerimi Açarken.” Polis, toplum, erkekler darken sıkışan,
ayağa kalkmaya çalışan bir kadının hikayesini anlatıyor ve maalesef pek çok şey
oldukça tanıdık da geliyor. Sinemasal ve hikayesel anlamda pek sıradışı değil
belki, ama politik olarak bu sesi duymanızda fayda var kanımca.
Şehrin Müziği (Urban Hymn,
Michael Caton-Jones)
Michael Caton-Jones, ticari ve
eleştirel anlamda çöken “Temel İçgüdü 2”den 10 yıl sonra geri dönüyor.
Hatırlarsınız, kendisi “Çakal,” “Bu Çocuğun Hayatı,” “Skandal” gibi farklı
filmlerin hakkından gelen, iyi bir tür sineması yönetmeniydi. “Şehrin Müziği”
de bir yetimhanede büyüyen bir kızla oradaki görevli arasındaki farklı bir tür
anne-kız ilişkisine bakıyor. En çok müziğin “kurtarıcı” “sağaltıcı” etkisine
eğilmesi güzel, Shirley Henderson ve Letitia Wright’ın arasındaki kimya
başarılı ama filmin drama yanı da klişe kokuyor.
Such a nice read. I enjoy reading it! Johns Creek
ReplyDelete