"Bence ben kuşağımın sesi olabilirim... Ya da en azından herhangi bir kuşağın herhangi bir sesi."
Lena Dunham'ı muhtemelen tanımıyorsunuz. Ya da birkaç hafta öncesine kadar tanımıyordunuz. Geç kalmayın, yaklaşın. Çünkü bu kız Amerikan sinema ve televizyon sektörünün en dikkate değer beyinlerinden birisi. Dahası, önümüzdeki on yılı şekillendirecek kişilerden birisi olabilir.
Lena Dunham sanat okulundan mezun olup ilk filmi "Tiny Furniture"ı bitirdiğinde henüz 23 yaşındaydı. Filmi 2010'da South By Southwest'te ödüllendirilince hayatı tamamen değişti. Judd Apatow'la bu sayede tanıştı. O Apatow ki yeni Amerikan komedisinin en önemli adamı, günümüzün John Hughes'u, Seth Rogen ve Steve Carell'i Hollywood yıldızı yapan, Paul Rudd'ın kariyerini çöpten çıkaran, Kristen Wiig ve Melissa McCarthy'ye birer Oscar adaylığı kazandıran ve belki hepsinden önemlisi, bir dönemin mizah anlayışına damga vuran adam.
Dunham'ın yolu Apatow'la kesiştiğinde açıldı. Pek çok yönetmenin kısa film için fikir üretmeye çalıştığı bir yaşta ödüllü bir uzun metraj filmin ötesinde yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı "Girls" ile Amerika'yı fethetmekle meşgul şu aralar. Yaptığı şey, bir anlamda Kristen Wiig'in "Bridesmaids"le Hollywood'a yaptığını televizyona taşımak: Yani kadınlara, onların öykülerine, muhabbetlerine, kaygılarına, korkularına, eğlencelerine yer açmak. "Girls"te hiç mi erkek yok? Elbette var. Dizinin ana karakteri olan dörtlünün çevresindeki duyarsız ya da aşırı duyarlı erkekler, çok erkekler ya da hiç erkekler de yer buluyorlar kendilerine. Öyle ki, bir erkek için izlemek bazen utanç verici olabiliyor, "Bu kadar mı ileri gidiyoruz?" diye. Ama merak etmeyin, Lena Dunham "güç bende artık!" diye karşı cinse okları saplayan cinsten bir kadın değil. Başta kendisinin oynadığı ana karakter Hanna olmak üzere filmin dört kadını da çuvaldızdan nasibini alıyor. Üniversite sonrasında hayata atılan veya atılmaya çalışan dört genç kadın olanca komiklikleri, dertleri ve eksiklikleriyle anlatıyor Dunham. Elbette dört kadın ve New York söz konusu olunca aklımıza "Sex and the City" geliyor ama Dunham'a göre "şehrin daha kötü yerlerinde" geçtiği için farklı. Ayrıca 20'li yaşların başlarının 30'ların ortalarına göre net bir farkı var (Dunham'a göre bu yüzden dizinin adı "Girls," çünkü kızlar 30'larına gelene kadar kendilerini "kadın olarak görmüyorlar). Ve net bir ayrım daha: Carrie Bradshaw'un iki köşe yazıp nasıl o kıyafetleri, ayakkabıları ve Martini'leri karşılayabildiği gizeminin aksine Hanna hayatın gerçekleriyle burun buruna. Dizinin ilk bölümünün açılış sahnesinde ailesinin "Artık sana para veremeyeceğiz, iş bulmak zorundasın" dediğini ve Hanna'nın "Bu şehirde üç buçuk gün kalacak kadar param kaldı" saptamasını aklınızda tutun.
Geçen yıl birbirinden nefis filmler izledik ama sanırım 2011'den en çok "sevdiğim," yıllar boyunca canım sıkıldığında beni eğlendirecek bir dost olarak seçtiğim film "Bridesmaids"ti. Tüm komikliğinin yanında "girl talk" olayına duyduğum sevgi ve merak, benim için "Bridesmaids"i özel bir film yapıyordu. "Girls" bunu farklı bir coğrafyaya ve yaş grubuna taşıyor ama özünde "kız muhabbeti"nin dibine vuruşuyla ilgimi çekiyor. Göbekten değil yüzden kilo vermekten prezervatifin yanında kalan şeylerin cinsel hastalık yaratabileceği paranoyasına onlarca detay, kimi zaman ekrandan gözünüzü kaçırmanıza sebep olacak kadar utanç verici anların Dunham tarafından rahatlıkla anlatılabilmesi "Girls"ü özel yapıyor. Dunham'ın ultra düşük bütçeli "Tiny Furniture"da kullandığı yaratıcı kamera açılarının ve mat renk paletinin de diziyi Amerikan televizyonunda gördüğünüz diğer işlerden çok daha farklı, bağımsız sinema tadına yaklaştırdığını, seyir lezzetini artırdığını belirteyim.
Belki tanıştığınıza memnun olacaksınız, belki ondan nefret etmekten hoşlanacaksınız. Ama mutlaka Hanna'nın hayatına girin. Lena Dunham'ın hikayesine kulak verin. Bilin ki "Girls" gördüğünüz diğer dizilere pek benzemiyor.
Not: Şu ana kadar üç bölümü yayınlanan "Girls" her pazar akşamı HBO'da. Biz, Türkiye olarak, her Pazartesi sabahı yeni bir bölüme uyanıyoruz.
Lena Dunham'ı muhtemelen tanımıyorsunuz. Ya da birkaç hafta öncesine kadar tanımıyordunuz. Geç kalmayın, yaklaşın. Çünkü bu kız Amerikan sinema ve televizyon sektörünün en dikkate değer beyinlerinden birisi. Dahası, önümüzdeki on yılı şekillendirecek kişilerden birisi olabilir.
Lena Dunham sanat okulundan mezun olup ilk filmi "Tiny Furniture"ı bitirdiğinde henüz 23 yaşındaydı. Filmi 2010'da South By Southwest'te ödüllendirilince hayatı tamamen değişti. Judd Apatow'la bu sayede tanıştı. O Apatow ki yeni Amerikan komedisinin en önemli adamı, günümüzün John Hughes'u, Seth Rogen ve Steve Carell'i Hollywood yıldızı yapan, Paul Rudd'ın kariyerini çöpten çıkaran, Kristen Wiig ve Melissa McCarthy'ye birer Oscar adaylığı kazandıran ve belki hepsinden önemlisi, bir dönemin mizah anlayışına damga vuran adam.
Dunham'ın yolu Apatow'la kesiştiğinde açıldı. Pek çok yönetmenin kısa film için fikir üretmeye çalıştığı bir yaşta ödüllü bir uzun metraj filmin ötesinde yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı "Girls" ile Amerika'yı fethetmekle meşgul şu aralar. Yaptığı şey, bir anlamda Kristen Wiig'in "Bridesmaids"le Hollywood'a yaptığını televizyona taşımak: Yani kadınlara, onların öykülerine, muhabbetlerine, kaygılarına, korkularına, eğlencelerine yer açmak. "Girls"te hiç mi erkek yok? Elbette var. Dizinin ana karakteri olan dörtlünün çevresindeki duyarsız ya da aşırı duyarlı erkekler, çok erkekler ya da hiç erkekler de yer buluyorlar kendilerine. Öyle ki, bir erkek için izlemek bazen utanç verici olabiliyor, "Bu kadar mı ileri gidiyoruz?" diye. Ama merak etmeyin, Lena Dunham "güç bende artık!" diye karşı cinse okları saplayan cinsten bir kadın değil. Başta kendisinin oynadığı ana karakter Hanna olmak üzere filmin dört kadını da çuvaldızdan nasibini alıyor. Üniversite sonrasında hayata atılan veya atılmaya çalışan dört genç kadın olanca komiklikleri, dertleri ve eksiklikleriyle anlatıyor Dunham. Elbette dört kadın ve New York söz konusu olunca aklımıza "Sex and the City" geliyor ama Dunham'a göre "şehrin daha kötü yerlerinde" geçtiği için farklı. Ayrıca 20'li yaşların başlarının 30'ların ortalarına göre net bir farkı var (Dunham'a göre bu yüzden dizinin adı "Girls," çünkü kızlar 30'larına gelene kadar kendilerini "kadın olarak görmüyorlar). Ve net bir ayrım daha: Carrie Bradshaw'un iki köşe yazıp nasıl o kıyafetleri, ayakkabıları ve Martini'leri karşılayabildiği gizeminin aksine Hanna hayatın gerçekleriyle burun buruna. Dizinin ilk bölümünün açılış sahnesinde ailesinin "Artık sana para veremeyeceğiz, iş bulmak zorundasın" dediğini ve Hanna'nın "Bu şehirde üç buçuk gün kalacak kadar param kaldı" saptamasını aklınızda tutun.
Geçen yıl birbirinden nefis filmler izledik ama sanırım 2011'den en çok "sevdiğim," yıllar boyunca canım sıkıldığında beni eğlendirecek bir dost olarak seçtiğim film "Bridesmaids"ti. Tüm komikliğinin yanında "girl talk" olayına duyduğum sevgi ve merak, benim için "Bridesmaids"i özel bir film yapıyordu. "Girls" bunu farklı bir coğrafyaya ve yaş grubuna taşıyor ama özünde "kız muhabbeti"nin dibine vuruşuyla ilgimi çekiyor. Göbekten değil yüzden kilo vermekten prezervatifin yanında kalan şeylerin cinsel hastalık yaratabileceği paranoyasına onlarca detay, kimi zaman ekrandan gözünüzü kaçırmanıza sebep olacak kadar utanç verici anların Dunham tarafından rahatlıkla anlatılabilmesi "Girls"ü özel yapıyor. Dunham'ın ultra düşük bütçeli "Tiny Furniture"da kullandığı yaratıcı kamera açılarının ve mat renk paletinin de diziyi Amerikan televizyonunda gördüğünüz diğer işlerden çok daha farklı, bağımsız sinema tadına yaklaştırdığını, seyir lezzetini artırdığını belirteyim.
Belki tanıştığınıza memnun olacaksınız, belki ondan nefret etmekten hoşlanacaksınız. Ama mutlaka Hanna'nın hayatına girin. Lena Dunham'ın hikayesine kulak verin. Bilin ki "Girls" gördüğünüz diğer dizilere pek benzemiyor.
Not: Şu ana kadar üç bölümü yayınlanan "Girls" her pazar akşamı HBO'da. Biz, Türkiye olarak, her Pazartesi sabahı yeni bir bölüme uyanıyoruz.
Cok merak ettim aksam ee gelince hemen izleyecegim
ReplyDelete