Sunday, June 13, 2010

Dünya Kupası'nda ikinci gün: İngiltere - ABD

abd de sevdiğim bir takımdır, ama neredeyse kendimi bildim bileli ingiltere taraftarıyım. dünya kupası'na gelme fikri oluştuğundan beri de bu maçı bekliyordum. johannesburg'dan arabayla iki saatlik bir mesafedeki rustenburg'deydi maç. geldiğimden beri "nasıl giderim?" derken iki tane mauritius'lu gazeteciyle tanıştım. arabalarına atladım, gittim. (mauritius'lu gazetecilerin araba kiralayabilmesi, türkiye'nin en büyük medya grubu 'adına' dünya kupasına gelen adamın yancılığı paradoksu insanı alkolik yapar, ayrı konu)
...

yolda denk gelip "aa ne güzel" dediğimiz eben haeser kalesi.
...

maçtan önce arjantin-nijerya karşılaşmasını medya merkezinde izledikten sonra stadyum çevresine geçtim. yaka kartınız olunca maçı ferah mekanda, bilgisayar karşısında bekleyebiliyorsunuz ama böyle bir tembelliğe alışmamak, benim buraya neden geldiğimi unutmamak lazım. tıpkı 2005 mayıs'ındaki gibi, ingiliz taraftarlarla bir arada maça hazırlanmak, onlarla eğlenmek, onların adetlerini, tezahüratlarını kapmaya çalışmak önemli. bu yüzden buradayız. hemen budweiser'a yüklenip ortamda gözlem ve muhabbet yapmaya koyuldum.
...

...
bugüne kadar abd'nin iyi bir futbol takımı haline geldiğine zaten ikna olmuştum. 98'den bu yana her turnuvada kendilerini geliştiriyorlar ve iyiden iyiye futbolun üst-orta sınıfına yerleşmiş durumdalar. ama halkın futbol kültürü ve sevgisi konusunda bu kadar ilerlemiş olduğunu bilmiyordum. kaldığım hostelde ve dün maçta tanıştığım insanlarda gördüm ki, "amerikalılar futbolu sevmiyorlar, onlar beraberlikle biten sporu anlamaz, sadece basketbol, beyzbol ve amerikan futbolu gelir onlara" gibi cümleler şehir efsanesi olarak kalmış sadece. bu oyunu onlar da çok seviyorlar ve avrupa liglerini tahmin ettiğinizden de çok takip ediyorlar.
...





maçı uzun uzun anlatmaya gerek yok. capello ingilteresinden çok, eriksson dönemini anımsatan bir maçtı. abd'nin hırsını ve savunma azmini takdir etmek lazım, ama ingiltere'nin grup maçlarındaki iştahlı hücum futboluna geri döneceğini tahmin ediyorum. beyazların dört numarasına ne söylesem boş. biliyorum ki hayatımda hiçbir futbolcuyu bu kadar çok sevmeyeceğim. ancak bir tek o değil, tüm ingiliz oyuncuların fizik güçlerini, sahadaki duruşlarını, endamını, koşarken adeta süzülmeleri (geyik değil bunlar ha!) izlemek çok ama çok etkileyici. komik olan, bu kadar karizmatik bir topluluk olduklarından kendilerinin bihaber oluşu. turnuvanın büyük takımları arasında hiçbir takım ingiltere kadar kendine güvensiz değil.
...
maç bitti, saha yine çimden sorumlu görevlilere kaldı. basın toplantısında maçın adamı seçilen tim howard'ı tebrik ettim, "konfederasyon kupasında da muhteşemdin, büyük turnuvalara ayrı bir motivasyonla mı hazırlanıyorsun?" dedim, teşekkür etti. halbuki ben maçın adamının steven gerrard olacağını ve ona soru sormayı hayal ediyordum! neyse...

rustenburg'dan johannesburg'a geldiğimizde saat 4'e geliyordu. oradan hostele geldiğimde ise sabah oluyordu neredeyse. bizim mauritiuslular sırbistan-gana maçı için pretoria'ya gideceklerdi ama 8.30'da buluşmamız gerekiyordu! "zor dostum" dedim... ne kadar futbol sevse de vücudum bu kadarını kaldıracak gibi durmuyordu.

No comments:

Post a Comment