Her yıl biterken "Sinema adına muhteşem bir yıldı" gibi cümleleri okuyorum. Evet, bir yıl bittiğinde listeler yaparken insan o birikim karşısında hayranlığa düşüyor, o kesin. Ama çoğu zaman o muhteşem senelerin o kadar da muhteşem olmadığını fark ediyoruz, biraz zaman geçtikten sonra. Ama galiba gerçekten 2013 gerçekten heyecan verici bir yıldı. Önümüzdeki günlerde Oscar'lar verilecek ve Oscar yarışında adı bile geçmeyen bir dolu iyi Amerikan filmi mevcut örneğin. Kendi listem için de bunu söyleyebilirim: İlk 15 filme 8 ve üzeri not vermişim, kişisel standartlarıma göre yüksek bir oran. Özellikle ilk 6 filmin her biri herhangi bir sene "yılın filmi" olabilirdi, hatta sıralamayı haftaya yapsam o ilk 6 tepe taklak da olabilirdi. Bir gerçek: Çok güzel filmler izledik. İzlemediğimiz onlarcası da bekliyor. Dolayısıyla bu sene listeme "en iyi" başlığını değil de, kendi "favorilerim" tabirini uygun gördüm. Bunlar benim en sevdiklerimdi.
25. This Is The End (Buraya Kadar, Evan Goldberg & Seth Rogen)
24. Ain't Them Bodies Saints (Ölümsüz Aşk, David Lowery)
23. Side Effects (Acı Reçete, Steven Soderbergh)
22. Upstream Color (Shane Carruth)
21. About Time (Zamanda Aşk, Richard Curtis)
20. Paradies Trilogie (Cennet Üçlemesi, Ulrich Seidl)
19. Short Term 12 (Destin Daniel Cretton)
18. Computer Chess (Andrew Bujalski)
17. Dallas Buyers Club (Sınırsızlar Kulübü, Jean-Marc Vallée)
16. Drinking Buddies (Joe Swanberg)
15. 12 Years A Slave (12 Yıllık Esaret, Steve McQueen)
14. Epizoda u životu berača željeza (Bir Hurdacının Hayatı, Danis Tanovic)
13. Le Passé (Geçmiş, Asghar Farhadi)
12. Her (Aşk, Spike Jonze)
11. The Broken Circle Breakdown (Kırık Çember, Felix Van Groeningen)
10. Blue Jasmine (Mavi Yasemin, Woody Allen)
Belki Woody Allen'ın çoğu filminden farklı görünmeyebilir. Doğru, çok sayıda yan karakterin girip çıktığı, 80'ler dönemi filmlerine yakın duran bir yapısı var. Ama bir ileri, bir geri kurgusuyla, Jasmine'in karışık zihni gibi akıyor film ve ustaca çözümleniyor. Cate Blanchett'in oyunculuğu ise aldığı tüm övgüleri hak ediyor.
9. What Maisie Knew (Arada Kalan, David Siegel & Scott McGehee)
Bir boşanma hikayesi ve "arada kalan" bir çocuk. Belki de çok şey vaadetmeyen bu çıkış noktasından çok etkileyici bir öykü çıkarıyor yönetmenler. Maisie'nin boy hizasından nadiren ayrılan kamerası, süresi boyunca travmatik bir olayı bir çocuğun saflığıyla anlatmayı başarıyor.
8. Fruitvale Station (Son Durak, Ryan Coogler)
Bir hafta sonra Hollywood, "12 Years A Slave"i Oscar'la ödüllendirerek ırkçılıkla nasıl yüzleştiğini dünyaya haykıracak. Oysa, Akademi'nin adaylık bile vermediği "Fruitvale Station" problemin nasıl hala canlı olduğunun kanıtı. Ryan Coogler'ın filmi, şoke edici bir olayın her şeyin son derece olağan gittiği birkaç günün sonunda gelişini nefis anlatıyor. Spike Lee'nin ilk döneminde yapabildiği gibi, boğazınızda bir yumrukla bırakıyor.
7. Before Midnight (Geceyarısından Önce, Richard Linklater)
Şöyle düşünmeyi seviyorum: "Before Sunset," bize "farklı" bir hikaye anlattığı için güzeldi, "Before Midnight" şaşırtıcı derecede "aynı" olduğu için. Yaş konusunda bir paralellik kuranlardansanız, iletişim problemlerinin, büyümeye mahkum küçük sorunların, "çift" olmayı her şeye değdiren o küçük mutluluk anlarının ne kadar "evrensel" olduğunu gösterdiği için güzel.
6. The Wolf of Wall Street (Para Avcısı, Martin Scorsese)
Martin Scorsese'nin müthiş bir film yaptığını söylemek elbette vaka-i adiyeden. Ama, 71 yaşındaki bir yönetmenin sanki ilk film tutkusuyla, delikanlı enerjisiyle üç saatlik bir filmi tabanca gibi kotarıp sizi soluksuz bırakmasına şapka çıkarmak lazım. Bugün Scorsese kendisinin varisi ilan edilen yönetmenlerin (Sana bakıyorum David O. Russell) alayını cebinden çıkarır, o kesin.
5. La Vie d'Adèle - Chapitres 1 et 2 (Mavi En Sıcak Renktir, Abdellatif Kechiche)
Yılın en büyük sinema olaylarından birisi, hiç şüphesiz. Uzun seks sahneleri elbette çok tartışıldı, ama Adele'in hayatına girip çıktıktan sonra fark edeceksiniz ki, Adèle'in sevişmesi kadar yemek yiyişi, ağlayışı, konuşması, bazen de konuşacak kelime bulamaması kazınmış zihninize. Adele'in salya sümüğü kadar gerçekçi, ilk aşk kadar unutulmaz bir film.
4. Inside Llewyn Davis (Sen Şarkılarını Söyle, Ethan Coen & Joel Coen)
Coen biraderler karakterlerine çoğu zaman pek iyi davranmazlar. Llewyn Davis'e de pek cömert davranmıyorlar. Ama pek çok beceriksiz Coen karakterinin aksine, biraderler Davis'e sempatiyle yaklaşıyorlar. Onun başarısızlığıyla dalga geçmiyor, "Olsun be kardeşim" sıcaklığında, sırt sıvazlayarak ilgileniyorlar. Dylan öncesi folk müzik sahnesinden insan manzaralarının her biri çok şık, ama Llewyn'in hikayesi, Coen kardeşlerin karakterler müzesindeki en güzel parçalardan biri.
3. Nebraska (Alexander Payne)
Sanki her seferinde aynı filmi yapıyor Alexander Payne: Sanki "Nebraska"nın baba oğulu yolda Walter Schmidt'e rastlayacaklar, "Sideways"in Jack ve Miles'ına adres soracaklar gibi. Ama her seferinde daha iyisini yapıyor! Biraz "Yaban Çilekleri," biraz "The Straight Story," hatta biraz Nuri Bilge Ceylan ve bolca Americana var burada. Ve bu da başyapıt düzeyinde.
2. La Grande Bellezza (Muhteşem Güzellik, Paolo Sorrentino)
Evet, belki gerçek bir Fellini "homage"ı olabilir. Ama sinema uzun zamandır bu kadar üzerine düşünülerek ve hissedilerek yazılmış, çekilmiş ve kurgulanmış bir film görmemişti. Yönetmenlik sanatı adına son yılların zirvelerinden birisi. Sinema tarihi de, bir şehre bu kadar güzel ilan-ı aşk eden filmi az görmüştür.
1. Frances Ha (Noah Baumbach)
Evet, tembel eleştirmenler gibi hemen "Girls" paralellikleri kurabilir ya da ekonomik kriz sonrası Amerikan orta sınıf gençliğinin hayat gailesi üzerine bir film deyip geçebiliriz. Ama o zaman Noam Baumbach'ın Yeni Dalga'ya, Woody Allen'a güzellemesini atlamış olabiliriz. "Frances Ha," dostluk üzerine, para üzerine, boşluk üzerine, aşk üzerine; küçük anlar ve büyük kararlar üzerine harika bir film. Bir de, bir yönetmenin karakterini çok sevmesi üzerine.
25. This Is The End (Buraya Kadar, Evan Goldberg & Seth Rogen)
24. Ain't Them Bodies Saints (Ölümsüz Aşk, David Lowery)
23. Side Effects (Acı Reçete, Steven Soderbergh)
22. Upstream Color (Shane Carruth)
21. About Time (Zamanda Aşk, Richard Curtis)
20. Paradies Trilogie (Cennet Üçlemesi, Ulrich Seidl)
19. Short Term 12 (Destin Daniel Cretton)
18. Computer Chess (Andrew Bujalski)
17. Dallas Buyers Club (Sınırsızlar Kulübü, Jean-Marc Vallée)
16. Drinking Buddies (Joe Swanberg)
15. 12 Years A Slave (12 Yıllık Esaret, Steve McQueen)
14. Epizoda u životu berača željeza (Bir Hurdacının Hayatı, Danis Tanovic)
13. Le Passé (Geçmiş, Asghar Farhadi)
12. Her (Aşk, Spike Jonze)
11. The Broken Circle Breakdown (Kırık Çember, Felix Van Groeningen)
10. Blue Jasmine (Mavi Yasemin, Woody Allen)
Belki Woody Allen'ın çoğu filminden farklı görünmeyebilir. Doğru, çok sayıda yan karakterin girip çıktığı, 80'ler dönemi filmlerine yakın duran bir yapısı var. Ama bir ileri, bir geri kurgusuyla, Jasmine'in karışık zihni gibi akıyor film ve ustaca çözümleniyor. Cate Blanchett'in oyunculuğu ise aldığı tüm övgüleri hak ediyor.
9. What Maisie Knew (Arada Kalan, David Siegel & Scott McGehee)
Bir boşanma hikayesi ve "arada kalan" bir çocuk. Belki de çok şey vaadetmeyen bu çıkış noktasından çok etkileyici bir öykü çıkarıyor yönetmenler. Maisie'nin boy hizasından nadiren ayrılan kamerası, süresi boyunca travmatik bir olayı bir çocuğun saflığıyla anlatmayı başarıyor.
8. Fruitvale Station (Son Durak, Ryan Coogler)
Bir hafta sonra Hollywood, "12 Years A Slave"i Oscar'la ödüllendirerek ırkçılıkla nasıl yüzleştiğini dünyaya haykıracak. Oysa, Akademi'nin adaylık bile vermediği "Fruitvale Station" problemin nasıl hala canlı olduğunun kanıtı. Ryan Coogler'ın filmi, şoke edici bir olayın her şeyin son derece olağan gittiği birkaç günün sonunda gelişini nefis anlatıyor. Spike Lee'nin ilk döneminde yapabildiği gibi, boğazınızda bir yumrukla bırakıyor.
7. Before Midnight (Geceyarısından Önce, Richard Linklater)
Şöyle düşünmeyi seviyorum: "Before Sunset," bize "farklı" bir hikaye anlattığı için güzeldi, "Before Midnight" şaşırtıcı derecede "aynı" olduğu için. Yaş konusunda bir paralellik kuranlardansanız, iletişim problemlerinin, büyümeye mahkum küçük sorunların, "çift" olmayı her şeye değdiren o küçük mutluluk anlarının ne kadar "evrensel" olduğunu gösterdiği için güzel.
6. The Wolf of Wall Street (Para Avcısı, Martin Scorsese)
Martin Scorsese'nin müthiş bir film yaptığını söylemek elbette vaka-i adiyeden. Ama, 71 yaşındaki bir yönetmenin sanki ilk film tutkusuyla, delikanlı enerjisiyle üç saatlik bir filmi tabanca gibi kotarıp sizi soluksuz bırakmasına şapka çıkarmak lazım. Bugün Scorsese kendisinin varisi ilan edilen yönetmenlerin (Sana bakıyorum David O. Russell) alayını cebinden çıkarır, o kesin.
5. La Vie d'Adèle - Chapitres 1 et 2 (Mavi En Sıcak Renktir, Abdellatif Kechiche)
Yılın en büyük sinema olaylarından birisi, hiç şüphesiz. Uzun seks sahneleri elbette çok tartışıldı, ama Adele'in hayatına girip çıktıktan sonra fark edeceksiniz ki, Adèle'in sevişmesi kadar yemek yiyişi, ağlayışı, konuşması, bazen de konuşacak kelime bulamaması kazınmış zihninize. Adele'in salya sümüğü kadar gerçekçi, ilk aşk kadar unutulmaz bir film.
Coen biraderler karakterlerine çoğu zaman pek iyi davranmazlar. Llewyn Davis'e de pek cömert davranmıyorlar. Ama pek çok beceriksiz Coen karakterinin aksine, biraderler Davis'e sempatiyle yaklaşıyorlar. Onun başarısızlığıyla dalga geçmiyor, "Olsun be kardeşim" sıcaklığında, sırt sıvazlayarak ilgileniyorlar. Dylan öncesi folk müzik sahnesinden insan manzaralarının her biri çok şık, ama Llewyn'in hikayesi, Coen kardeşlerin karakterler müzesindeki en güzel parçalardan biri.
3. Nebraska (Alexander Payne)
Sanki her seferinde aynı filmi yapıyor Alexander Payne: Sanki "Nebraska"nın baba oğulu yolda Walter Schmidt'e rastlayacaklar, "Sideways"in Jack ve Miles'ına adres soracaklar gibi. Ama her seferinde daha iyisini yapıyor! Biraz "Yaban Çilekleri," biraz "The Straight Story," hatta biraz Nuri Bilge Ceylan ve bolca Americana var burada. Ve bu da başyapıt düzeyinde.
Evet, belki gerçek bir Fellini "homage"ı olabilir. Ama sinema uzun zamandır bu kadar üzerine düşünülerek ve hissedilerek yazılmış, çekilmiş ve kurgulanmış bir film görmemişti. Yönetmenlik sanatı adına son yılların zirvelerinden birisi. Sinema tarihi de, bir şehre bu kadar güzel ilan-ı aşk eden filmi az görmüştür.
Evet, tembel eleştirmenler gibi hemen "Girls" paralellikleri kurabilir ya da ekonomik kriz sonrası Amerikan orta sınıf gençliğinin hayat gailesi üzerine bir film deyip geçebiliriz. Ama o zaman Noam Baumbach'ın Yeni Dalga'ya, Woody Allen'a güzellemesini atlamış olabiliriz. "Frances Ha," dostluk üzerine, para üzerine, boşluk üzerine, aşk üzerine; küçük anlar ve büyük kararlar üzerine harika bir film. Bir de, bir yönetmenin karakterini çok sevmesi üzerine.