Bundan on yıl önce, Atina’daki Rockwave festivaline giden
Blue Jean yazarı Özlem Gürel Yunan bir meslektaşıyla laflıyor. Yunan gazeteci “Tindersticks
geçenlerde burada 20.000 kişiye çaldı” diyor, Gürel de aynı haftalarda grubun
Maslak’taki H2000 performansını anımsıyor: “Bizde 2.000 kişi vardı,” diyor ve altta
kalmamak için ekliyor: “Ama hepsi diehard fan’dı.”
Red Hot Chili Peppers’ın çoook uzun yıllardır beklenen
İstanbul konserinden dört gün önce Atina da tarihinde ilk defa konuk etti
grubu. Atina’da Olimpiyat Stadı’nda 70.000 kişi izledi grubu. Son yıllarda
kendileriyle ilgili en çok kullandığımız kelimenin “kriz” olduğunu düşünürsek
önemli tabii. Gerçi stadyumda bilet fiyatlarının 35 ve 75 euro arasında
değişmesi de önemli bir etken.
Cumartesi günü sanırım 35.000 kişi doldurduk santralistanbul’u.
Pek çok kişi için çok uzun yıllardan gelen bir hasretti Red Hot Chili Peppers.
Bu yüzden, U2 gibi, Bon Jovi gibi, Madonna gibi nesilden nesile hayranlarının dolduracağı
bir stadyumda izlemek güzel olurdu. Çünkü grubu “BloodSugarSexMagik”ten beri
takip edenler genelde oturarak izlemeyi tercih eder, “By The Way”le takılanlar
saha içinde zıplamayı seçer. Herkes istediğini alır, gider.
Konser alanına girinceye kadar bu sorular vardı kafamda?
Neden olmuyor? Çünkü burası Türkiye. Vardır illa bir sebebi. Ekonomik olabilir,
bürokratik olabilir, sosyo-kültürel olabilir. Biz bir rock konserini 60.000
kişi dolduracak potansiyelde bir ülke değiliz. Hiç olmadık ve muhtemelen hiç
olmayacağız. Peki bir konsere girerken bunların kafamda olması doğal mı?
Aslında değil ama bu ülkede olmanın “güzelliklerinden” birisi de bu. Dünyadaki
yaşıtlarınızın düşünmediği noktalara gidiyor kafanız. Zihniniz açılıyor.
Arada bir bu ülkenin dışından gelen insanlar da bu ülkeye
dair güzelleme yapınca ezberler bozuluyor, birkaç soru daha ekleniyor kafalara.
Dün Flea’nın “Girdiğim her sokakta duyduğum ezan sesinden çok etkilendim. Bu
muhteşem müziği duyduğunuz için çok şanslısınız” sözü gibi örneğin. Flea’nın
biraz Batılıların Doğu’ya bakışlarındaki samimi ama safdil mistisizminden gelen
bu cümleleri bundan iki ay önce konserlerin ezana göre düzenlendiği santralistanbul
sahnesinde söylemesi biz İstanbullular için ilginç bir ironiydi.
Flea hep bildiğimiz gibi, grubun enerjisinin merkeziydi. Olağanüstü bir enerji, mükemmel bir yetenek. Şarkılara yaptığı anlık eklemeler, kimi zaman yoldan sapması ve nihayetinde yine aynı noktaya varışı mükemmeldi. Zaten Red Hot Chili Peppers her zaman iyi bir “jam” grubu oldu. Josh Klinghoffer’ın John Frusciante yerine transfer edilmesinde de mutlaka bunun rolü büyüktür. Flea ile Josh çok iyi paslaştılar ve şarkıların önleriyle sonlarını mükemmel takılmalarla bezediler. Duman’dan Kaan Tangöze’nin deyimiyle “Birlikte düşüp birlikte kalkmayı” becerdiler. Bir müzik geek’i olarak şarkıların başlarındaki doğaçlamalardan hangi şarkıya gireceklerini tahmin etmeye çalışmak çok eğlenceliydi (Konser sırasında kimseye hava atamadığım için buradan yazıyorum: %100 başarı sağladım). Josh’ın geçen ay ayağını kırmış olması en çok kendi adına şanssızlıktı. Zira Blue Jean yazarı Erdem Tatar’ın dediğine göre eleman sahnede hiper-hiperaktifmiş ve gruba katıldığı “I’m With You”nun turnesi kendisini ispatlaması için önemli bir fırsattı. Ama müzikten anlayan kulaklar Klinghoffer’ın Red Hot Chili Peppers parçalarında Frusciante’nin yaptıklarını tekrarlamanın ve kendinden bir şeyler katmanın çok iyi bir dengesini sağladığını farketmiştir zaten. Anthony Kiedis mi? Genelde sahne performansında detonasyonları çok konuşulur. Dün de hatasız değildi ama bu konserde kusursuzluk bekleyenlerin yeri rock değil klasik müzik olmalı. Yalnız Kiedis sanki fiziksel olarak formdan biraz düşmüş, vücudu biraz salmış gibiydi. Bundan yıllar önce hayatında hiç spor yapmadığını, vücudunu sekse borçlu olduğunu söylemişti efsanevi frontman. Hmm... Kiedis’in grubun İstanbul’a yerleşme “planlarını” açıkladığı kısım ise Türkiye’nin konser tarihine geçer: “Ben Bebek’e yerleşeceğim. Flea Galata Kulesi’nin oraya taşınır, harika bir yer. Chad Asya tarafında oturmak istiyor, neden bilmiyorum. Josh ise nehir kıyısında (Marmara’yı kastediyor elbette) bir karavanda.”
Setlist en iyi hayallerimin bile ötesindeydi. “Higher Ground”
dışında tamamen 1991 sonrasından çalındı ve “One Hot Minute” hariç her döneme çok
dengeli yaklaşıldı. “If You Have To Ask”in finalindeki kopuş mükemmeldi. “Suck
My Kiss” olağanüstü gitti. “Under The Bridge” ve “By The Way” en yoğun seyirci
katılımını sağladı, “Give It Away” ve “Californication” ise tahmin ettiğim
kitlesel kopuşun uzağında kaldı. Bende özel yeri olan “Stadium Arcadium”dan çalınanlar
(özellikle de “Hard To Concentrate”) ekstra tatmin yarattı. Dinlediğim ilk Red
Hot Chili Peppers şarkısı “Soul To Squeeze” ise müthiş sürpriz oldu. Sene 1993,
neredeyse 20 yıl olacak. Bu adamlarla yaşlanıyoruz be... Ama adamlar yaşlanmıyorlar.
Flea bise amuda kalkıp ellerinin üzerinde yürüyerek çıktı mesela. Finalde de
Josh’ın yerinden fırlaması ve Flea ile karşılıklı olarak yerde çalmaları
vurucuydu.
Mükemmel bir tat bırakmıştı konser. Evin yolunu tutacak, santralistanbul’da içemediğimiz birayı koltukta yuvarlayıp konser anılarını kafada canlandıracaktık yeniden. Güzel bir konserin yarattığı deşarj hissi, pozitif duygularla yüklenmek başka bir şeye benzemez. Onu yaşayacaktık. Ama olmadı. Binlerce insanın yanlış yönlendirilmesi (ya da yönlendirilmemesi), dar çıkışlarda sıkışması, ayılanlar bayılanlar, panik atak nöbeti geçirenler... Arena’daki konserlerde ve maçlarda yığılmalar oluyor ama güvenlik insanları aşama aşama dışarı çıkartarak bunu önlüyor. Londra veya Paris’te 80-100.000 kişilik konserler izlediğim de oldu ama böylesi bir yığılmayı görmedim. Sebebi, düşünülmemesi. Organizasyon ve seyirci arasındaki saldım çayıra mevlam kayıra durumu. Yarım saatte caddeye çıktıktan sonra insanların trafikle baş başa kalmalarını, otobüs, minibüs ve taksicilerin insafına kalmalarını saymıyorum, o İstanbul denen megaköyün genel sorunu. Ama dönüşteki servis problemi de organizasyona bağlı şüphesiz.
Öğrendiğim kadarıyla santralistanbul’un uzun ince yapısı ve eğimli
zemini yüzünden sahneyi hiç göremeyen, ekrandan konser izleyip yarısında çıkan
da çok sayıda insan varmış. Düşününce iyi olmuş, hep birlikte 35.000 kişi
çıksak demek daha fenası da olacaktı.
Bu konser stadyumda olmalıydı derken bunu kastediyorduk
biraz da. Giriş çıkışların, kategorilerin kapıların daha belli olması,
yığılmaların önlenmesi de bunun bir parçasıydı. Bu soruyu Pozitifçiler hep “O
tarihte lig var” dediler. Belki bürokratik sorunlar vardır, belki de Arena’nın işletmesinin
AEG’de olmasının yarattığı bir sıkıntı vardır. Sadece “Lig başlıyor” açıklamasının
yeterli olmadığının farkında olduğumuzu bilsinler istedim. Keşke açıklasalar
gerçek sebepleri de, öğrensek. Neyse, artık santralistanbul da yok zaten.
Kuruçeşme ve Parkorman da gittiği için stad konserleri dışında tek ihtimal
KüçükÇiftlik Park veya Ülker Sports Arena. Çember daralmakta. Bizi ittikleri
kadar sıkışıyoruz. Gittiğimiz yere kadar...
İşte, Türkiye’de konser izlemek böyle bir şey. İster istemez
siyasete, bürokrasiye dalıyor, çember member bir şeyler yazmak zorunda
kalıyorsunuz. Oysa ne kadar umut dolu bir final yapmıştı Flea: “Müziği
destekleyin! Müzik insanların sesidir. Her dinden, her şehirden insanların.”
Sonunda da elimizde kalan müzikti zaten.
Sonunda da elimizde kalan müzikti zaten.
Fotoğraflar Instagram kullanıcıları isilkilkis, icikes,
yasoy ve magmochaa’ya ait.
Okudum ve bir kaz daha gittim cumartesi gününe:)
ReplyDeleteDetaylı, aynı zamanda çok güzel bir yazı olmuş, katılıyorum yazdıklarınıza.