* greenpeace'ten bağlayalım, festivalin açılışını "eğer bir ağaç devrilirse: yeryüzü özgürlük cephesi'nin hikayesi" ile yaptık. oscar adaylığının hakkını veren, çok sıkı bir belgesel. çevre konusunda gönüllü toplamak için biraz fazla yanaşanlardan bunaldığımı anlatadurayım, çevre koruma işinde aktivizmi çok öteye taşıyan earth liberation front'un hikayesinden bahsediyor film. vukuatları arasında orman arazilerine zarar veren şirketlere ve hayvanları hedef alan endüstrilere yönelik kundaklamalar var. asla insanlara zarar vermiyorlar ama neresinden baksanız hukukun gözünde suçlular, daha da ağırı, 11 eylül sonrası değişen yasalar sonucu "terörist"ler. belgesel, aslında kurgusal filmlerin dramatik yapısını kullanıyor, örgütün üyelerinden daniel mcgowan'ı merkeze koyuyor ve hikayeyi onun açısından anlatıyor. ama bir belgesele yakışacak şekilde olayın farklı taraflarına ("terörist," "mağdur," polis, savcı) söz şansı veriyor ve finalinde (konuya vakıf değilseniz) bir film sonu gibi bitiriyor. müziklerdeki the national desteğinin de katkısıyla çok etkileyici, çok güzel bir film. adalet, çevre, kapital ve insan vicdanı üzerine çarpıcı bir belgesel.
* "anahtar deliği" siyah beyazından, oyunculuğuna, ışık-gölgesine, bilmeyen izlemeye başlasanız da "aha, guy maddin" diyebileceğiniz çizgisini, üstadın 1930'lar takıntısını devam ettiriyor. "oddysseia"nın serbest bir uyarlaması da olsa, bir aile babasının hafızasının odalarına anahtar deliklerinden bakışı olarak izlenmesinde de pek sorun olmayan bir film. her maddin filmi gibi benzersizliğine kendinizi kaptırıp izlemenin, düşünmekten ziyade algıları açarak, hissederek takip etmenin daha keyif verici sonuçları olacağını düşünüyorum.
* michael nyman'ın "film kameralı nyman"ı, ne yazık ki hayal kırıklığı oldu. filmde değildi sorun, kopyanın çıkardığı problemler sonucu önce ses kuşağı beş saniyede bir takılıp durdu, daha sonra görüntüler donmaya başladı. 64 dakikalık filmin son 15 dakikası civarını izlememiş olduk. yine de "bu gösterim için evden saat 4'te çıktım ve her şey bir facia oldu" dedirtecek kadar kötü değildi. en azından nyman'ın ne yapmaya çalıştığını anlamış olduk. o ve dünkü kısa film gösterileriyle üstadın (kendi deyimiyle "film endüstrisi ondan müzik yapmasını istemediği için" hız verdiği) yeni kariyerine dair denemelerini izlemiş olduk. michael nyman'la yaptığım röportaj sırasında hem kısaları, hem de dziga vertov'un başyapıtının "rekonstrüksiyonu" üzerine daha çok konuştuk. bunlara daha sonra, o röportajı yazdığımda değiniriz.
* birbirlerinden farklı filmler olsalar da "haftasonu" ve "bir gecelik" kameralarını bir çiftten mürekkep kapalı dünyalara soktuğu için paralellikler içeriyordu. "haftasonu" 2011'in en iyilerinden sayılmasının boşa olmadığını gösterdi. doğal oyunculuklar, akıcı diyaloglar, çok gerçek anlar ve çok dozunda bir duygusallık sayesinde çok dürüst ve sahici, o oranda da etkileyici bir film bu. belki gay "before sunset" sayılabilir, ama onlardan bağımsız olarak düşünülmesi andrew haigh'in incelikle yazıp yönettiği filme hakkını daha iyi teslim etmek olacaktır. haigh'ın russell'ın heteroseksüel en iyi arkadaşını resmediş biçimi de straight sinemanın bunca yıllık "gay best friend" stereotipinden alınmış sevimli bir intikam gibi.
"bir gecelik"in açılış sekansına bakan bir insan yeni bir "9 şarkı" vakasıyla karşı karşıya olduğunu düşünebilir. hiper-gerçekçi çekilmiş bu sahneler sayesinde karakterlerini hem bizimle, hem de birbirleriyle olabilecek en doğrudan şekilde tanıştırıyor anné emonds. bir gecelik ilişkinin normal seyri olarak cinsel ilişki en mahrem olanı en öne koyduğundan karakterler duvarlarını kırmış oluyorlar. ya da biz öyle zannediyoruz. zira birbirlerini tanımaları için daha sabaha kadar zamanları var. senaryosunu diyaloglar yerine uzun monologlar üzerine kurmasının getirdiği teatral hava, "bir gecelik"in en büyük dezavantajı. onun dışında gençliğe bir övgü olarak güzel: gençliğin arayışlarına, kaybolmalarına, çocukça hatalara ve anlam bulamayışlarına bir övgü.
* !f istanbul'un geleneksel mekanı afm fitaş'a eskiden burun kıvırırdık, şimdi emek ve alkazar'ın yokluğunda yavaştan "eski sinema" sınıfına girmeye başladı. eh, pek bir sorun yok ama salonlar çok soğuk! geyik değil, üşüyoruz!
"haigh'ın russell'ın heteroseksüel en iyi arkadaşını resmediş biçimi de straight sinemanın bunca yıllık "gay best friend" stereotipinden alınmış sevimli bir intikam gibi" önce yazdığını anlamadım, sonra bi daha okudum ve harika hakkaten :D
ReplyDelete