Saturday, September 24, 2011

Işıklar karardığında: Nirvana - "Nevermind"

bugün 24 eylül 2011. tam 20 yıl önce bugün, bizim kuşağımızın görüp görebileceği en büyük rock albümü "nevermind" yayınlandı. arşivden çıkarttığım (2008'de blue jean için yazdığım nirvana kitabından derlediğim) bir yazıyla selamlamak isterim bu başyapıtı...

IŞIKLAR KARARDIĞINDA

Kurt Cobain en sevdiği şarkılardan birisi olan ‘Louie Louie’nin meşhur riff’inin bir varyasyonu olan dört akoru çalar; fa, la diyez, sol diyez, do diyez... İkinci tekrardan sonra Dave Grohl abanır davullarına. ‘Smells Like Teen Spirit’ işte böyle açar “Nevermind”ı. Bu, rock tarihinin yeniden sıfırlandığı noktadır. Yaklaşık 40 yıllık tarihinin ardından gelen miladını temsil eder bu şarkı, bu albüm, bu grup ve bu akım. Rock’ın sahip olması gereken isyanı, öfkeyi, enerjiyi, doğrudanlığı, vahşiliği, çiğliği ona geri vermiştir bu adamlar. Bu yüzden rock tarihinin yeniden yazılmaya başladığı albümdür “Nevermind.”

Bir debut albüm olarak “Bleach” dünyayı yerinden oynatmamıştı, ama iki yıl içinde 35.000 satarak Nirvana’nın bir sonraki albümünü yayınlamasını garantilemişti. Ne var ki, daha fazlasını da getirdi “Bleach”; Sonic Youth elemanlarının tavsiyesiyle David Geffen grubu Geffen Records’a kattı. Bir sonraki albümleri için 16.000 dolarları ve Butch Vig gibi bir prodüktörle 16 günlüğüne kendilerine tahsis edilmiş bir stüdyoları vardı. Yaklaşık bir yıl içinde, Amerika’nın en ücra köşesindeki kent, dünyanın merkezi haline gelecekti.

Butch Vig’in stüdyosu Madison yerine Los Angeles’taki Sound City Stüdyolarında çalışmaya başladı grup. Ellerindeki materyallerin bir kısmı, kendi karavanlarıyla durmaksızın çıktıkları turnelerde de çaldıkları şarkılardan ve kayıtlara gelindiğinde hala bir kısmı tamamlanmamış olan Kurt Cobain bestelerinden oluşuyordu. Kayıtların sonlarına gelindiğinde Nirvana ve Vig, mixlerin üzerinden geçmesi için olaylara dışarıdan bakabilecek bir prodüktör arayışına girdiler. R.E.M.’le çalışmış Scott Litt ve The Smithereens’le çalışmış olan Ed Stasium listedeki isimler arasındaydı ama Kurt yeni gelecek bir prodüktörün “Nevermind”ın sound’unun diğer gruplar gibi duyulmasına neden olacağından korkuyordu. Ancak bir karar gerekiyordu ve Slayer’ın “Seasons In The Abyss”inde çalmış olan Andy Wallace tercih edildi. Wallace kanallardaki reverb’lerle oynamak gibi birtakım stüdyo işçilikleriyle albüme iyi bir cila çekti. Kurt Cobain ortaya gereğinden parlak bir sound çıktığını söylese de Wallace’ın çalışması grubun indie sound’unu mainstream’in de algılayabileceği bir hale getirmişti. Wallace ve Vig, “Nevermind” sonrasındaki rock sound’u anlayışını tamamen etkileyecek bir işe imza atmışlardı böylece.

Yine de Geffen’in en başından beri çok iddialı olduğunu düşünmek imkansız; zira ilk etapta Amerika için 45.000, İngiltere için ise 35.000 kopyası basılmıştı “Nevermind”ın. Albüm 24 Eylül 1991’de yayınlandı, ilk single ‘Smells Like Teen Spirit’ ise bundan iki hafta önce gün yüzü gördü. “Nevermind”ın birkaç hafta içinde Billboard’da ilk 30’a girmesi, Aralık ayında bir haftada 373,520 kopya satar hale gelmesinin müsebbibi de bu efsanevi şarkıydı. Kurt’ün “Nihai pop şarkısını yazmaya çalışıyordum” dediği kadar var; MTV şarkıyı günde yaklaşık 25 kere çalmaktaydı, öyle ki MTV Avrupa’nın tarihinde en çok çaldığı video olarak Guiness’te bile yer edecekti.

Billboard’da da beş farklı single listesine girmeyi başarmıştı; bunlar da Billboard Hot 100, Modern Rock, Mainstream Rock ve inanılmaz biçimde Hot Dance Music/Club Play (kulüplerde çalınma sayılarına göre) ve Hot Dance Music/Maxi Single Sales’ti (single satışlarına göre). Bütün bunların sonucunda ‘Smells Like Teen Spirit’in umutsuz ’90’lar gençliğinin sesi olduğu inancı hakimdi artık. Sadece birkaç ay yetmişti her şeyi değiştirmeye. Adını sanını kimsenin bilmediği Seattle’lı bir grup, milyonlarca dolarlık Michael Jackson prodüksiyonu “Dangerous”ı Aralık 1991’de Billboard zirvesindeki yerinden edecekti. İşte bu, post-punk döneminde özellikle Amerika’da hep halının altına süpürülen alternatif hareketin patladığı noktaydı. Artık popstarlar için başarı garanti olmayacak, plak şirketleri ayrıksı seslere de şans tanıyacak, sosyal ve politik duyarlılık sahibi gruplar da dinleyiciye ulaşabilecekti. Bu hareketin bayrağı grunge, en önde giden temsilcisi Nirvana’ydı. Sonraki iki yıl boyunca tüm dünya Amerika’nın Kuzeybatısından gelen bu uzun saçlı çocukların sesine kulak verecekti. Andrew Wood’un ölümünden sonra biten Mother Love Bone’un elemanlarınca toparlanan Pearl Jam, “Nevermind”dan birkaç ay önce çıkardıkları “Ten”in patlamasıyla akımın en popüler iki grubundan biri olacaktı. Üçüncü albümü “Badmotorfinger”la yer üstüne çıkan Soundgarden, dördüncü albümü “Superunknown”la grunge çağının en önemli albümlerinden birine imza atacak, Billboard’da bir numaraya ulaşarak ticari başarıyı da yakalayacaktı. “Grunge’ın dört büyükleri” arasındaki en depresif ekip olan Alice In Chains dahi “Dirt” albümüyle 3 milyondan fazla satacaktı. Diğer yanda ise Screaming Trees, Mudhoney, Tad gibi gruplar mainstream başarıyı yakalayamayıp ayın karanlık tarafında kalacaklardı deyim yerindeyse. San Diego’dan Stone Temple Pilots da Seattle çıkışlı olmamasına karşın grunge’ın yıldız yaptığı beşinci grup olacaktı, Brendan O’Brien prodüksiyonlu “Core” albümüyle. Belirtilen beş grup 1991-1995 arasında yayınladıkları albümlerle rock aleminin dikkatlerinin odak noktasında kaldılar. Örneğin Pearl Jam’in “Vs.”ı Amerika’da o güne dek yakalanmış en büyük ilk hafta satışına ulaşırken, Nirvana ve Soundgarden da bir numarayı gören albümler yaptılar.

Sadece yedi yıl ve birkaç albüm yetmiştir müzik tarihinin gördüğü en büyük devrimlerden birini yapmaları için. Rock müzikte öze dönüşü temsil eden, basit, doğrudan, içten ve aykırı müzikleriyle büyük olunabileceğini ispatlayan, her türlü farklı sesler için illa yer altına inmenin gerekmediği yeni bir dönemi başlatan grup oldu Nirvana. Tek başlarına değildiler, suç ortakları da vardı, ama grunge'ın elebaşları onlardı.

Ne var ki, grunge'ın sönüşü de patlaması kadar tantanalı ve hızlı oldu. Müzik endüstrisi ve genel anlamda kapitalizm grunge'ı da hemen merkezine aldı. MTV Michael Jackson'a gösterdiği muameleyi Kurt Cobain ve tayfası için de sergilerken moda dergileri "nasıl grunge giyinilir?" rehberleri yapmaya başlamıştı bile. Seattle'ın yağmurundan ve depresyonundan kaçıp sığındıkları garajda müzik yapan çocuklar artık Beatle-mania benzeri bir ilginin ortasına atılmışlardı. Kimisi tadını çıkarttı, kimisi buna en baştan restini çekti, kimisi de uyum sağlamaya çalışırken öğütüldü gitti.

Bütün bunların ortasında bir kuşağın sözcüsü ilan edilen gönülsüz mesih Kurt Cobain kalakalmıştı. Kendisinin hayatla ilgili çözemediği o kadar çok derdi vardı ki, ondan bir yanıt bekleyen milyonların baskısını kaldırabilecek durumda değildi. Hep hayalini kurduğu şeyin binlerce kat büyüğünü yaşadığında dehşete kapıldı ve bir Nisan günü bu dünyayı terk etti.

No comments:

Post a Comment