bir takımı sevmek kolay iş değildir. bazen bir kambur gibi dertle taşırsınız o sevgiyi sırtınızda, bazense bir onur nişanı gibi göğsünüzü gere gere gösterirsiniz. ilk zamanlar kabullenemeseniz de zamanla öğrenirsiniz, hüzün de sevdaya dahildir. çoğu zaman babanızdan emanet aldığınız (ve mutlaka çocuğunuza devretmek istediğiniz) bir aşktır o, belki de sırf bu yüzden çocukluğunuzdan yaşadığınız güne kadar her anınızı içine alan bir parantezdir o takım. hayatınızın her dönemecine bir iz de o adamlar topluluğu bırakır.
ali sami yen'e veda etmek üzere mecidiyeköy'e geldiğimde, işte bu yüzden, sadece bir 90 dakikadan ibaret olmadığını biliyordum o gecenin asıl hikayesinin. futbola gözümü 1989 baharında bir sabah ilker yasin'in prekazi'nin golü üzerine ağlamak istediğini haykırışının tekrarıyla açtım. ondan öncesi hayal meyal, ama o çok net. hayat yolumu 2000'in eylül'ünde istanbul'a düşürdüğünden, ali sami yen'in altın günlerine uzaktan baktım. evet, o güne dek görülmemiş bir başkaldırının gerçekleştiği o neuchatel maçı, ne 14 yıllık hasretin bittiği o eskişehirspor maçı, ne milan mucizesi, ne leeds zaferi, hepsinde uzaklardaydım. 2000 sonrasında kombinem de oldu (sırf elinizde kartınız olduğu için normalde sıcak yuvanızda kalmayı tercih edeceğiniz bir karlı bir akşamda stadın yolunu tutmanın tadı ayrıdır. gerçi o erteleme maçında denizlispor'a 1-0 yenilmiştik), toplama bir kadroyla gelen anlamlı bir şampiyonluğu (anlamsız olanı var mı sanki?) yaşadığım da (2002). asla "2000 ruhu"nun yerini tutmayacak da olsa destansı avrupa maçları da yaşadık, nasıl olup da kaybettiğimizi hala anlayamadığım maçlar da (tromsö'ye elenmemiz, barcelona'ya hala hazmedemediğim bir ofsayt golüyle yenilmemiz).
işte ali sami yen'in veda gecesinde tüm bir mazi canlandı. herkes kendi hayatını galatasaray'ın tarihiyle kesiştiği noktadan yaşadı. babamla beraber maç izlediğimiz akşamlara gittim. annemin ve ablamın maçı izlemeseler de bizimle oturduğu o odada oturdum. istanbul'a taşınmamı, okul yıllarımı yeniden yaşadım. bir kez daha aşık oldum, bir kez daha evlendim. galatasaray'ın karanlık 70'lerinden parlak 90'larına her çağın üzerinden geçtim. kara takılıp geçemediğimiz werder bremen'inden, dev bir duvar olup geçit vermediğimiz manchester united'ına kadar her rakip sinmişti çimlerin bir tarafına. geriden gelip real madrid'i, barcelona'yı, milan'ı yeniyor, favori olduğumuz anda trömsö'ye takılıyorduk. arda turan orta kesiyor, metin oktay voleyi yapıştırıyordu. hakan şükür kafayla indiriyor, tanju vuruyordu, prekazi ile hagi serbest vuruşu kim atacak diye tartışıyor, bülent'le erhan tandem oynuyordu. nadiren geçit verdiklerinde bile korkmuyorduk, kalede simoviç ve turgay vardı. gol atıyorduk, oyunu kesip hasan şaş ağlamaya başlıyordu, ilker yasin ağlamak isterken. gol atıyorduk, harry kewell tebessümle kenara koşuyor, levent özçelik'in kahkahasına katılıyordu. normalde sevgilisi terk etse ağlamayacak adamlar gözyaşı döküyordu. tıpkı sevdiğinin arkasından "gitme" demeyeceklerin zamanında hakan şükür'e "kal bu sene, kal bu sene, alınacak çok kupa var bu sene" diye bağırabildiği gibi.
küllerimi değil ama, hayatımın bir kısmını, gözyaşlarımla birlikte akıtıp bıraktım ali sami yen'de. bir daha orada galatasaray'ı izleyemeyecek olmanın soğukluğu çarpıyordu yüzüme; yeni, modern, sanat eseri, süper muhteşem bir stadyuma taşınıyor olmak bile ısıtamadı içimi. günlerdir tuttuğum, düşündükçe göz kapaklarıma kadar gelen yaşlar o çimlere son kez baktığımı anladığım her an akıverdi yanağımdan. başlarken "bu kalp seni unutur mu" ve "hoşçakal," sonda "unutamadım" ve "samanyolu" yaraları biraz daha deşti sadece. en sonunda müziğin susması ve seyircilerin sahneyi alması: o tezahüratların o güzel stadyumda son kez yankılandığını bilmenin hüznü, son bir kez daha çarptı. "kal bu sene" diye bağırmak istedim. bu son veda olmasın, 2004'teki gibi bir sene uzaklıktan sonra tekrar kavuşulsun, "dayanamadım gayrı döndüm canım" diyerek tekrar kendimizi mecidiyeköy'e vuralım istedim. boş sahaya bir kez daha baktım. ağladım. burada bir daha ağlayamayacağımı hatırlayıp bir daha ağladım. arkamı döndüm son kez, çıktım ali sami yen'den. bir kapı kapandı, bir dönem bitti. benim için değil, tüm galatasaraylılar için. eve döndüm. ama sanırım dönemedim. dedim ya, bir parçam kaldı orada.
ali sami yen'e veda etmek üzere mecidiyeköy'e geldiğimde, işte bu yüzden, sadece bir 90 dakikadan ibaret olmadığını biliyordum o gecenin asıl hikayesinin. futbola gözümü 1989 baharında bir sabah ilker yasin'in prekazi'nin golü üzerine ağlamak istediğini haykırışının tekrarıyla açtım. ondan öncesi hayal meyal, ama o çok net. hayat yolumu 2000'in eylül'ünde istanbul'a düşürdüğünden, ali sami yen'in altın günlerine uzaktan baktım. evet, o güne dek görülmemiş bir başkaldırının gerçekleştiği o neuchatel maçı, ne 14 yıllık hasretin bittiği o eskişehirspor maçı, ne milan mucizesi, ne leeds zaferi, hepsinde uzaklardaydım. 2000 sonrasında kombinem de oldu (sırf elinizde kartınız olduğu için normalde sıcak yuvanızda kalmayı tercih edeceğiniz bir karlı bir akşamda stadın yolunu tutmanın tadı ayrıdır. gerçi o erteleme maçında denizlispor'a 1-0 yenilmiştik), toplama bir kadroyla gelen anlamlı bir şampiyonluğu (anlamsız olanı var mı sanki?) yaşadığım da (2002). asla "2000 ruhu"nun yerini tutmayacak da olsa destansı avrupa maçları da yaşadık, nasıl olup da kaybettiğimizi hala anlayamadığım maçlar da (tromsö'ye elenmemiz, barcelona'ya hala hazmedemediğim bir ofsayt golüyle yenilmemiz).
işte ali sami yen'in veda gecesinde tüm bir mazi canlandı. herkes kendi hayatını galatasaray'ın tarihiyle kesiştiği noktadan yaşadı. babamla beraber maç izlediğimiz akşamlara gittim. annemin ve ablamın maçı izlemeseler de bizimle oturduğu o odada oturdum. istanbul'a taşınmamı, okul yıllarımı yeniden yaşadım. bir kez daha aşık oldum, bir kez daha evlendim. galatasaray'ın karanlık 70'lerinden parlak 90'larına her çağın üzerinden geçtim. kara takılıp geçemediğimiz werder bremen'inden, dev bir duvar olup geçit vermediğimiz manchester united'ına kadar her rakip sinmişti çimlerin bir tarafına. geriden gelip real madrid'i, barcelona'yı, milan'ı yeniyor, favori olduğumuz anda trömsö'ye takılıyorduk. arda turan orta kesiyor, metin oktay voleyi yapıştırıyordu. hakan şükür kafayla indiriyor, tanju vuruyordu, prekazi ile hagi serbest vuruşu kim atacak diye tartışıyor, bülent'le erhan tandem oynuyordu. nadiren geçit verdiklerinde bile korkmuyorduk, kalede simoviç ve turgay vardı. gol atıyorduk, oyunu kesip hasan şaş ağlamaya başlıyordu, ilker yasin ağlamak isterken. gol atıyorduk, harry kewell tebessümle kenara koşuyor, levent özçelik'in kahkahasına katılıyordu. normalde sevgilisi terk etse ağlamayacak adamlar gözyaşı döküyordu. tıpkı sevdiğinin arkasından "gitme" demeyeceklerin zamanında hakan şükür'e "kal bu sene, kal bu sene, alınacak çok kupa var bu sene" diye bağırabildiği gibi.
"futbolun şifreleri" kitabında bir yerde "müşteri bağlılığı" anlamında futbol kulüplerinin markalardan nasıl fersah fersah olduğunu gösteren güzel bir cümle geçiyor. "küllerinin tesco marketleri üzerine saçılmasını isteyen hiç kimse duymadım. oysa binlerce insan son dileği olarak küllerinin stadyumlara serpilmesini istemiştir."
küllerimi değil ama, hayatımın bir kısmını, gözyaşlarımla birlikte akıtıp bıraktım ali sami yen'de. bir daha orada galatasaray'ı izleyemeyecek olmanın soğukluğu çarpıyordu yüzüme; yeni, modern, sanat eseri, süper muhteşem bir stadyuma taşınıyor olmak bile ısıtamadı içimi. günlerdir tuttuğum, düşündükçe göz kapaklarıma kadar gelen yaşlar o çimlere son kez baktığımı anladığım her an akıverdi yanağımdan. başlarken "bu kalp seni unutur mu" ve "hoşçakal," sonda "unutamadım" ve "samanyolu" yaraları biraz daha deşti sadece. en sonunda müziğin susması ve seyircilerin sahneyi alması: o tezahüratların o güzel stadyumda son kez yankılandığını bilmenin hüznü, son bir kez daha çarptı. "kal bu sene" diye bağırmak istedim. bu son veda olmasın, 2004'teki gibi bir sene uzaklıktan sonra tekrar kavuşulsun, "dayanamadım gayrı döndüm canım" diyerek tekrar kendimizi mecidiyeköy'e vuralım istedim. boş sahaya bir kez daha baktım. ağladım. burada bir daha ağlayamayacağımı hatırlayıp bir daha ağladım. arkamı döndüm son kez, çıktım ali sami yen'den. bir kapı kapandı, bir dönem bitti. benim için değil, tüm galatasaraylılar için. eve döndüm. ama sanırım dönemedim. dedim ya, bir parçam kaldı orada.
bir daha olmayacağını bilmek çok kötü.. bir beşiktaşlı olarak dün gece orda olsam ben bile ağlardım herhalde ister istemez.. sadece galatasaraylılar için değil, tüm futbolseverler için koca bir tarih sonuçta o stad.. yeni stadın da gelecek nesiller için ali sami yen'in bizim için olduğu kadar önemli ve anlamlı olacağını umalım..
ReplyDelete