Maya Angelou, 1970 yılında Nina Simone’la
yaptığı mülakatta efsanevi sanatçıyı şöyle anlatmıştı: “Nina Simone sahnede
gölgede durup, tüm ışığı alıp o aydınlığı seyircisine gösterişli ve çarpıcı
ışınlar olarak döndürebiliyor. Bazen de, hiç isteksiz görünmediği halde
seyircisini reddediyor: Onların fiziksel olarak orada bulundukları gerçeğini, onların
sadakatini, bağlılığını reddediyor. Bu bilmecenin sebebi ne?” Simone’un cevabı
net oluyor: “Amerika!”
Nina Simone’un politik görüşleri yüzünden ülkeyi
terk etmek zorunda kalmasının üzerinden yaklaşık 40 yıl geçti. Ama Beyoncé
“Lemonade”de hala Malcolm X’in şu sözlerine başvurabiliyor: “Amerika’da en az
saygı gören kişi, siyah kadındır. Amerika’da en korunmasız kişi siyah kadındır.
Amerika’da en ihmal edilen kişi siyah kadındır.”
X’in sözleri hala geçerli, ama “Lemonade,”
bir sanatçının Amerika’ya “Orada dur bakalım!” deyişi adeta. Beyoncé’nin
“görsel albümü” geçen hafta yayınlandı, hemen ardından en saygıdeğer yayın
organları bu yapıtı didiklemeye, üzerine ciddi makaleler yazmaya başladı.
Beyoncé tartışmayı değiştirmeyi, gündeme yön vermeyi başardı.
“Lemonade” birkaç düzeyde işleyen bir
albüm: Müzikal, görsel ve ideolojik olarak. Her birini diğerinden ayırmak ne
kadar doğru tartışılır, ama ben tek tek ilerleyeceğim. Sadece müzikal olarak
ele alındığında bile son yılların en dikkat çekici pop müzik kaydı bu. Daha ilk
şarkıdan (“Pray You Catch Me”) görkemli orkestrasyon ve bıraktığı geniş
boşluklarla bunun geleneksel bir pop albümü olmadığını anlıyorsunuz. Sözlere
gelince “Nefesinden bile anlaşılıyor yalancılığın” dizeleriyle açılan albüm,
baştan sona bir aşkın geçirdiği sarsıntıyı, bir evliliğin ihanet testine tabi tutulmasını
anlatıyor. İlk şarkıdaki acı "Hold Up"ta kendini inkara bırakıyor: “Dur
bakalım, onlar seni benim gibi sevemezler.” Yeah Yeah Yeahs’ten ödünç sözler ve
Vampire Weekend’den emanet tropik ritimleriyle farklı bir ruha ilerliyor albüm.
O kadarla kalmayacak. “Sorry”de trap, “Daddy Lessons”da country, muhtemelen
2016’nın görüp görebileceği en iyi şarkı olan “Freedom”da da psychedelic rock
klavyeleri duyacaksınız. “Don’t Hurt Yourself”i de yabana atmayın. Jack White
katkılı garage funk’ının üzerinde Tina Turner vokalleriyle “Her şeyin
farkındayım” diyor Beyoncé ve direksiyonu eline alıyor: “Sen kendini kim
sanıyorsun be! Bana yalan söylediğinde aslında kendine yalan söylüyorsun.”
Gerçekten Jay Z, Beyoncé’yi aldattı mı? Amerika’nın
ve pop kültürün rüya çifti bunları mı yaşıyor? Beyoncé gerçekten “O yüzüğü
taktığıma pişmanım” dedi mi, “Bu sana son uyarım, bir kez daha yaparsan karını
kaybedeceksin” derken anlattığı kendi hayatı mı? “Lemonade”e kulak verirsek
evet, olanlar olmuş. Ama ortaya çıkan işe baktığımızda Beyoncé’nin yaptığı,
günlüğünü hayranlarıyla paylaşmaktan çok, Amerika’nın “first couple”ı
hakkındaki beklentiler ve algılarla oynamak. Bir adım ileri gidersek, aldatılan
kadın anlatısını sonuna kadar götürmek: Burada kırılmış, aldatılmış görülmekten
korkmayan, erkeğini de pislik herifin teki olarak göstermekten çekinmeyen,
gerçeklerle yüzleşen cesur bir kadın var. Acısını da, öfkesini de,
kabullenişini de sonuna kadar, hakkıyla yaşayan bir kadın. Bu bile dünyanın her
köşesindeki kadınlara fazlasıyla önemli bir mesaj veriyor. Beyoncé “bile” sadakatsizlikle
böyle baş ediyorsa, siz de baş edebilirsiniz. Geçen ay Elle’e verdiği
röportajda söyledikleri de bu noktada perspektife oturuyor: “Umarım insanları
iyileştiren bir sanat yapabilirim. İnsanların mücadelelerinden gurur
duymalarını sağlayan sanat. Herkes acıyı tecrübe eder, ama bazen dönüştürmek
için biraz da rahatsız hissetmelisin.”
Zaten “Lemonade”i “izlediğinizde,” bu
hikayenin kişiselliği geri plana düşüyor, önemsizleşiyor. İzlediğiniz, Beyoncé-Jay
Z çifti ötesinde bir evrenselliğe sahip. Beyoncé değil, herhangi bir kadının
öyküsü bu. Evet, özellikle siyah bir kadın, ama yine de herhangi bir kadın, her
kadın. Kübler-Ross’un yas evrelerini model alan (ve üzerine birkaç ekleme
yapan) bir yapı var burada: İnkar eden, acı çeken, kabullenmeye çalışan, tepki
gösteren, affetmeye çabalayan bir kadın. Duygusal boyutunun gücü görselliğin
etkisinden de geliyor elbette: Beyoncé’nin de aralarında olduğu farklı yönetmenler
tarafından çekilmiş ama bir şekilde ortak bir görsel dil yakalanmış. Şarkılar
arası geçişlerde Warsan Shire’ın şiirleriyle etki artırılmış. Toplamda video
klip estetiğinin ötesinde, müthiş etkileyici bir imgelem var burada. Yaklaşık
bir saatlik bir arthouse filmi deseniz, festivallerde bile gösterilir (HBO’nun
Emmy ödülleri için aday göstereceği de söyleniyor zaten).
Beyoncé’nin klipteki halleri, geleneksel
Afrikalı ve Afrikalı Amerikalı kostümleri, yanında yöresinde güçlü siyah
kadınların da yer alması, bunu kişisel bir öykü olmaktan da çıkarıyor. Sokakta
beyzbol sopasıyla sağı solu dağıtan bir siyah kadını izlemek, “Beyoncé delirmiş”
halinin ötesinde, o güçlü kadın imajını kazıyor kafanıza. Beyoncé tahtında
otururken önünde Serena Williams’ın seksi bir şekilde dans edişi ya da daha
önceden bildiğimiz “Formation”da kadınların “pozisyon alışı” burada bambaşka
anlamlara geliyor. Burada kadınlar birbirlerinin kademesine giriyor,
birbirlerini ayakta tutuyor. Çünkü erkeklere, babalara, eşlere, hatta bir
ülkeye güvenerek gelinen nokta ortada; artık kız kardeşlik zamanı.
Senin adını unutturdu mu? Kendisinin tanrı olduğuna seni
inandırdı mı? Her gün sana diz çöktürdü mü?
Kocandan mı bahsediyorum, babandan mı?
Kocandan mı bahsediyorum, babandan mı?
Nina Simone, 1970’lerde siyahların özgürlük
mücadelesine giderek daha angaje oldu. Kara Panterler’e hep yakın durdu,
siyahların ayrı devlet kurana kadar özgürleşemeyeceğini iddia etti ve gerekirse
şiddet kullanmak gerektiğini de savundu. Bu çizgisinden taviz vermedi ve sistem
onu dışarı attı. Hayatının geri kalanını Avrupa’da geçirmek zorunda kaldı.
“Formation” klibi sonrasında bazı gruplar,
Beyoncé’nin “polis düşmanlığı” yaptığını iddia etti ve konserlerini boykot
etmeye çağırdı. Beyoncé bunun üzerine “Boycott Beyoncé” tişörtlerini kendi
turnesinde satmaya başlayacak kadar gücünün farkında. Güvenli pop/R&B
sound’unu tamamen bir kenara bırakmaktan, geleneksel albüm formatını sarsmaktan
ve müziğini “görsel albüm” adı altında bir arthouse filmi ile sunmaktan, keskin
feminist ve polis şiddeti karşıtı mesajlar vermekten çekinmiyor. Zaten
günümüzün en büyük pop yıldızıydı ve bir süre öyle kalacaktı; ama o bununla
kalmayı reddetti. “Lemonade” sadece işitsel tarafıyla bile son yılların en iyi
pop albümü. Ancak her boyutuyla, 21. yüzyıl pop müziğindeki en ilgi çekici
proje.
Çok başarılı bir inceleme olmuş, tebrikler.
ReplyDeletemuthis
ReplyDeleteI love the image. It looks really cool! Auburn concrete
ReplyDelete