Bu yazı 2011 güzünde Babylon Dergi'de yayınlanmıştır.
Coldplay’in
destansı performansının ortasında, “Us Against The World”ü çalmadan önce
seyirciye şöyle sesleniyor Chris Martin: “Farz edelim bu şarkı sizi anlatsın.
İki genç insan tüm gün yağmur altında, çamurla boğuşmuş. Ama yine de
birbirlerini seviyorlar, yine de mutlular, yine de Glastonbury’de harika vakit
geçiriyorlar.” Martin’in şartlara uyarladığı bu yeni şarkı, gerçekten de
Glastonbury’de olmanın neye benzediğini anlatabiliyor bir yanıyla. Dünyanın en
büyük açık hava müzik festivalindesiniz ama sizi zorlayacak çok şey var.
Yağmur, çamur, kalabalık, yorgunluk, hatta aynı anda birkaç yerde olamama
sorunu; Glastonbury’nin hiç de kolay bir mücadele olmadığının kanıtları. Ama
öyle bir şey var ki orada, adeta bağımlılık yapıcı.
Eğer
en iyi ve kompakt line-up’ı izlemekse olay, Rock Werchter en iyisidir. Güzel
hava ve bol eğlence hedefleniyorsa Benicassim iyi tercihtir. Rock’ın devler
ligiyle ilgileniyorsanız istikamet Reading-Leeds, indie’ye odaklanmak
istiyorsanız Coachella olmalı. Glastonbury ise bunların ötesinde bir anlama
sahip. 180.000 kadar insanı, hangi grupları izleyeceğini bile bilmeden
biletleri birkaç saat içinde işte tüketmeye iten şey de o anlamın içinde gizli.
Geçen Haziran’da o 180.000’in arasındaydım. Yıllarca uzaktan hayranlıkla
izlediğim videoların, gıptayla baktığım fotoğrafların bu defa içinde olmak,
dinlediğim kayıtlardaki seslere çığlıklarımla katkı yapmak için. Festivali en ince
detayına kadar anlatacak değilim. Zira “Groundhog Day” gerçek olsa ve
Glastonbury’yi en baştan tekrar tekrar yaşasanız, her tecrübeniz birbirinden
farklı olacaktır, emin olun. Bu yüzden, oradan sonra yazılar yazan her
insandaki tortusu da bambaşka olacaktır.
Ben
dersimi ilk gün aldım. Bir sahneye koşarken ardımda Morrissey, Fleet Foxes,
Ke$ha, Jamie XX, KT Tunstall, Badly Drawn Boy, Chase and Status ve daha
onlarcasını bıraktığım an fark ettim her an her yerde olamayacağımı. Sadece bu
tecrübenin tadını çıkarmam gerektiğini. Gittiğim yerde ise Radiohead vardı ve (kendi
standartlarında) ufak bir alanda, The Park’ta “Sürpriz sanatçı” sıfatıyla
çalmaktaydı. Yani, zaten iyi şeyler izleyeceksiniz, kaçırdıklarınızı boşverin.
Sanırım
bu farkına varış Worthy Farm’daki herkese hasıl olmuştu. Kaldığım dört gün
boyunca bir şeyden şikayet eden, bir diğerine poz kesen kimseyi görmedim. Tersine,
bileğine kadar çamura batmayı bir eğlence malzemesi yapan, yere düşeni
kaldıran, gülümseyen ve muhabbet etmeyi seven insanlar gördüm. Herhalde sadece
bir hippi hayali zannedilen sevgi, özgürlük, barış, anlayış ve mutluluk dolu
dünyanın minik bir simülasyonu olduğu için değerli Glastonbury. Sadece müzikal anlamda
değil, yukarıdaki kavramlar için de bir hacılık varsa eğer, işte o mertebeye
Glastonbury’ye giderek ulaşabilirsiniz. Sanırım bu yüzden bir defa giden herkes
bilekliklerini bir onur nişanı gibi taşıyor kollarında. Benim gibi…
Pulp performansı
sırasında Jarvis Cocker’ın sözleri aslında anlatmaya çalıştığım şeyin bir
özetiydi: “1995’te burada demiştim ki, ‘Eğer bir şeyin gerçekleşmesini
yeterince isterseniz sonunda olur.’ Eğer bizim gibi uyumsuzlar Glastonbury’de
headliner olabiliyorsa herkes olabilir. Klişe gelse de doğru, bu hepimizin
içinde var. Bu festival de zaten tam da bu. Bu bir festivalden daha fazlası; bu
bir his.”
UNUTMAYIN!
- Festival sitesinden tarihleri sıkça kontrol edin. Zira kayıt olma, bilet alma, parasını ödemek için farklı dönemler var. Iskalarsanız yazık olur.
- Biletler birkaç saatte bitiyor ama parasını ödemeyenlerin biletleri daha sonra tekrar satılıyor. Başkasının şanssızlığı sizin şansınız olabilir.
- Çantanızda yağmurluk ve balıkçı çizmesi yoksa hiç gitmeyin daha iyi!
- Kamp alanınızı dikkatli seçin. Merkeze yakın veya uzak olmanın artı ve eksileri var.
- Çadırınıza bayrak dikerseniz hem bulmanız, hem de festival posterlerinde kendi çadırınızı tespit etmeniz de kolay olur! Konserlerde bayrak taşımak ise meşakkatli ama konser DVD’lerinde “Ben buradaydım” demek için de fırsat.
- Line-up açıklandı ve headliner’ları sevmediniz. Dert değil. U2, Coldplay ve Beyonce’den hoşlanmayan binlerce insan vardı ama alanda alternatifler sınırsız. İzlemezsiniz olur biter.
- Festivalin ana alanları Pyramid, Other, John Peel, Jazz, Acoustic, Avalon, West Holts, Dance Village, Leftfield. Hepsinin farklı birer kimliği var ve her birinin line-up’ı bir üçüncü dünya ülkesinin festivalini doyurur.
- Asla ana sahnelere dalıp küçük zevkleri ıskalamayın. Belki de en çok eğlendiğiniz konser West Holts’ta bir barda 10 kişiye çalan ufak grubunki olacak. Ayrıca bir sahnede stand-up, başka bir yerde meditasyon, az ileride de bir cambazın gösterisine denk gelebilirsiniz. Müzik, Glastonbury’de eğlenmenin yollarından sadece biri!
- Kostüm edinin. Süper kahramanlardan ineğe, fasulyeye kadar onlarca farklı kostüm göreceksiniz.
- Bir Glasto tişörtü alın. “Oradaydım” demek için.
- Glastonbury görebileceğiniz en “yeşil” festivallerden birisi. Bazı şişeler dışında hiçbir şey plastik değil. Ulaşımda da araba yerine otobüs gibi daha çevreci çözümler öneriliyor.
- Alandaki yemek standları tamamen yerel mekanların açtığı standlar. O devasa fast food zincirlerini Glastonbury’de göremeyeceksiniz.
- Her ne kadar pahalılığıyla nam salmış da olsa, Glastonbury bütçesi devasa olan bir festival değil. Burada çalmak çok büyük bir prestij olduğundan pek çok grup para almadan çalıyor, alanların da tamamı ücretlerinin çok altına iniyor.
FESTİVALDE PARLAYANLAR
- Radiohead sürprizi büyük olaydı ama Pulp’ın festivallere geri dönüşünün burada gerçekleşmesi sükseyi artırdı.
- Herkesin konuştuğu kişi Beyonce’ydi. Her sahneye çıkan grup seyirciyi beğenmediğinde “Beyonce’yi bekliyorsunuz değil mi?” diye azar çekti. Biffy Clyro, ‘Crazy In Love’dan bir bölümü seyirciye söyletti. Son gece sahne alan Beyonce’nin performansı da müthişti.
- Diğer headliner’lardan U2 sanki kendi sahasında oynamıyor olmanın tutukluğundaydı, Coldplay ise son derece rahat ve görkemli bir performans sundu.
- Kırık bileği yüzüden bir taht üzerinde performans veren ve 50.000 kişiye hükmeden Jessie J kraliçeliğini ilan etti. Mumford and Sons da artık büyük liglerde oynayacağını belli etti.
- The Vaccines ve Yuck yıl boyu kopardıkları gürültünün boşa olmadığını kanıtladı. Wild Beasts ve The Horrors da rüştünü ispat etti. Viva Brother eğer hit yazmayı öğrenirse büyük sahnedeki rahatlıklarıyla büyüyebilir, Dry The River Ada’nın yeni Mumford and Sons’ı olabilir.
- İngiliz kabinesinden bir milletvekili, Christopher Shale, festival sırasında bir tuvalette ölü bulundu. İntihar ettiği düşünülen Shale “kayan yıldız” oldu.
No comments:
Post a Comment