Tek başıma çıktığım her yolculuktan önce tanımlamakta zorlandığım bir korku hissediyorum. Belki bir Truman sendromudur, küçüklükten gelen bir sebebi vardır, bilemiyorum. Ama her seferinde de bu korkunun cazibesine kapılmadan edemiyorum, ayrı konu. Trabzon’a giderken ise sanırım bu korkunun anlaşılır bir yanı vardı. Ne kalacak yerim, ne de maça girecek biletim olmadan çıkmıştım yola. Hatta haftalardır gideceğimi bilmeme karşın Çarşamba sabahına kadar gidiş ve dönüş biletimi almamıştım bile. İçinde bir yedek tişört, bir forma ve bir laptop dışında hiçbir şey olmayan sırt çantamla yola çıkmıştım, neyle karşılaşacağımı bile bilmeden.
Avrupa Ligi kura çekimleri sırasında Trabzon’un muhtemel rakipleri arasında Liverpool’u da gördüğüm an “Ne olur Liverpool çıkmasın!” demiştim ama içten içe Kırmızılıların yolunun buraya düşeceğinden de emindim.Öyle de oldu. Çıkmasın istiyordum çünkü kalkıp onca yolu gidecektik (Liverpool Türkiye’deyken izlememem düşünülemez bile). Velhasıl, çıktı. Galatasaray’a iki, Beşiktaş’a bir defa çıktığı gibi bu sefer de Trabzon’a rakip oldu bizim çocuklar. Yalnız bir arkadaşım kanıma girdi, bu sefer güvenli oynayıp ev sahibinin yanında sessiz sessiz değil, ait olduğumuz yerde, Liverpool taraftarlarının arasında izleyecektim!
...
...
Yine maça bir hafta kala, gazeteye gelen bir mail bana iletildi. LiverpoolFC.tv (kulübün resmi sitesi) benimle temasa geçmişti, Trabzonspor maçı için bir yazı yazmak isteyip istemediğimi soruyorlardı. İnanamadım. Ama gerçekti. Son bir hafta boyunca her gün birkaç defa mailleştik ve en sonunda Salı sabahı onlara yazıyı gönderdim. Beğendiğini söyledi, bunun gerisini biliyorsunuz zaten. Ama ondan bir ricada da bulundum, acaba deplasman tribününden bilet ayarlaması mümkün müydü? “Elimden geleni yapacağım ama deplasman işi zor biraz, çünkü bize deplasman biletleri gelmiyor” dedi James. “Bakalım” dedim. Bu arada “Perşembe sabahı Claire Rourke’a yine LFC TV için bir röportaj vermeyi kabul eder miydim?” TABİİ Kİ EDERDİM!
...
Bu esnada biletlerin Perşembe sabahına kadar satılmayacağını açıkladı Trabzonspor. Bunun tek bir açıklaması vardı, Trabzon’a 17.5 saatlik bir yol tepip gidecektim ama elimde biletim olmayacaktı. Hadi bakalım dedim ama işi garantiye almak için çok nadir kullandığım Hürriyet kartını oynamaya çalıştım. Doğan Haber Ajansı’ndan Yunus Emre Sel’le temasa geçtim, bana basın tribününde akreditasyon ayarlayacaktı. Rahatladım. Ancak Çarşamba akşamı Yunus beni arayıp talep çok fazla olduğu için bana giriş ayarlayamayacağını söyleyince dımdızlak pozisyona devam ettim. Ama artık yol hikayesi başlamalıydı. İşler bir şekilde yoluna girerdi.
...
...
...
Otele gittim, web sitesini kontrol ettim, yazı oradaydı! Odanın içinde heyecandan oturamadığım dakikaların ardından bilgisayarın başına oturdum, linki üye olduğum tüm sosyal paylaşım sitelerine koydum ve ardından telefon çaldı. Arayan Rumen arkadaş Dan’dı. “Fazla bilet buldum hala ilgileniyor musun” dedi, “Tabii oğlum!” dedim ve odadan çıktım. Elimdeki maraton biletini şansın ve oradaki bir adamın yardımıyla hemen sattım ve bizim Liverpoolluları buldum. Bileti aldım, onlarla bir bira içtim. Bizde genelde var olan “Deplasmanlara en azılı, en psikopat adamlar gider” önyargısının aksine, çoğunluğu 50 yaşın üzerinde kelli felli adamlardı bunlar. Birkaç tanesi sitedeki yazıyı okumuştu, oradaki ilk cümleye gönderme yaparak “Hani yağmur?” diye sordu.
...
Maç başladı. 90 civarı taraftarımız vardı, Trabzon’un 18.000’ine karşılık. Beklendiği gibi Trabzonsporlular çok iyi bir atmosfer yarattılar ama beni şaşırtan, onların ısınması için zaman geçmesiydi. Tam anlatamadım. Maçın başlangıcında hiçbir atmosfer yoktu mesela. Golle beraber coşku başladı ve devre sonuna kadar da durmadılar. Erken gelen gol, bizim zaten eksik gelmiş ve Avrupa konusunda tecrübesiz görünen kadromuz, deplasman dezavantajı derken ciddi ciddi tırstığımı söylemeliyim. Bir de delicesine yağmur eklenince (ayakkabım hala sırılsıklam) işler pek yolunda gitmiyordu diyebilirim. Ama kimin umrunda! Liverpool tribünündeydim, beraber üzülüp beraber coşabileceğim insanların arasındaydım. Bir dolu güzel insanla tanışıyordum (bir tanesinin adı Jamie idi –herhalde orada her doğan iki çocuktan birisine bu ismi veriyorlar- Liverpool’un bilet ofisinde çalışıyormuş, Anfield’a gelecek olursan haber ver dedi ve mail adresini verdi. Liverpool insanı kadar kalenderi zor bulunur efendim!) Ve çok ama çok mutluydum.
Trabzon’da deniz tarafındaki kale arkası (yönümü karıştırmıyorsam öyleydi) ve maraton çok formdaydı ama ne yaptılarsa karşı taraftaki kale arkasını gaza getiremediler. Bir de 61. dakika şovu hiç olmadı. Farklı bir şeyler planlarlar sanıyordum, ama olmadı. En sonunda yavaştan “Maç uzar mı acaba?” derken Trabzon için büyük talihsizlik olan Giray’ın kendi kalesine golü geldi. Trabzonspor gerçekten çok iyi çabalamıştı ama yavaştan oyundan düşmeye başlamıştı, bizim 15 dakika içinde yakaladığımız üçüncü pozisyondu ve gol geldi. Biz rahatladık, Trabzon dağıldı ve ikinci golü de atıp birden “bir gol atsak da kurtulsak” dediğimiz ortamda galibiyeti kutlar olmuştuk. Maç bitti ve Trabzon seyircisi hem kendi takımını, hem de bizleri alkışladı, biz de alkışla cevap verdik. Centilmen ve güzel bir tavırdı.
Maçtan sonra hayatımda ilk defa “deplasman taraftarı evsahibi stadı boşalttıktan sonra çıkar” tecrübesini de yaşadım. 90 kadar Liverpool taraftarı için üç otobüs ayrılmıştı. Otobüslere bindik, şehir merkezinde indik. Gayet rahat ve sorunsuz bir yolculuk olmuştu. Otele döndüm ve diğer Türk takımlarının skorlarını öğrendim. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın rezaletini düşününce Liverpool karşısında Trabzonspor’un yaptığı işin büyüklüğünü daha net anladım ve Bordo-Mavililerin artık şu kura talihsizliğini kırmasını diledim. Hatta “Keşke maç berabere bitseydi de en azından puan olsaydı” da dedim. Ama olsun, Trabzon çok sağlam bir gelecek kuruyor. Üstelik bizim Liverpool’a göre çok daha oturmuş ve en azından kendi liginde formunu sürdürmesi çok büyük ihtimal. Bizim Kırmızılar ise hala geçiş aşamasında. Ama böyle dönemlerde iyi oynamadan ya da yedek kadroyla çıkılan maçlarda kazanmak moral için çok önemlidir. Öndeki iki haftada WBA ve Birmingham maçları çok çok kritik bu yüzden.
...
...
Korkuyla başlamış, heyecanlarla dolmuş, onca güzel insanla tanışılmış ve sıfır sorunla tamamlanmış kısa bir seyahatin ardından dönüş yolundaydım. “Otobüsle gidiş 70, uçakla dönüş 162, otel 60, bilet 100 lira. Liverpool tribününde maç izlemek paha biçilemez” şeklinde klişe esprimi içimden geçiriyordum. O anda “aslında yazıyı şimdi, uçaktayken yazsam ya” diye düşündüm. Laptop’ı çantamdan çıkarttım.