Monday, May 31, 2010

Bob Dylan vs. Kriz Masası

Birkaç ay önce Dylan konserini ilk duyduğumda acayip heyecanlanmış, hatta gaza gelip o zaman hala askerde olan Çetin'e mail atıp "sen de bitir askerliğini de gidelim şu konsere" demiştim.. Sonra işten güçten kafamı kaldırıp bilet almaya niyetlendiğim zaman biletlerin tükendiğini öğrendim, üzüldüm..

Şimdi Çetin askerden döndü, güzel güzel gidiyor konsere; bense Ankara'dayım her zamanki gibi, hem de onun da bahsettiği şu insanlık krizinin tam ortasında..

Evet, Dışişleri Bakanlığı İsrail'in insani yardım konvoyuna saldırısı ve yaşanan ölümler nedeniyle bugün itibariyle bir kriz masası oluşturdu ve ben de bu gece, muhtemelen Çetin ve şanslı diğer binlerce insan hala konserdeyken, bu kriz masasında görevli olacağım.. sabah 9'a kadar..

Neyse.. Bob Dylan'ı canlı canlı izleyebilecek olan ülkemin aydınlık insanlarına şimdiden iyi eğlenceler diliyorum.. Dylan'la birlikte barış ve özgürlük şarkıları söyleyin benim için de..

hazır mısınız?

dün akşam dylan'la aynı şehirde bulunduğumu düşünmek bile heyecanlandırıyordu, bugün uyandığımda "bu gece, o gece mi gerçekten?" diye soruyor, onu izleyeceğime kendimi inandırmaya çalışıyordum. o heyecanın yok olması için sabah televizyonda gördüklerim yeterliydi...
...
evet, böyle bir zamanda insanın müzik dinleyesi bile gelmiyor. bir şeyler yazası da... hatta var olmayı bile sorgulatıyor, beyaz bayrak sallayanlara kurşun atacak kadar kan ve güç tutkunluğunun var olduğunu görmek...
...
ama galiba yine de ihtiyacımız var müziğe. belki de daha bile çok, böylesi zamanlarda. 50 yıl boyunca, barışta ve savaşta, aşkta ve kavgada, öfke ve sükunette, isyanda ve uzlaşmada söylenmiş, dinlenmiş şarkıları haykırmaya.
...
o zaman, bu gece, o gece.
her şeye rağmen.
...

Sunday, May 30, 2010

miller freshtival: ve 2010 yazı başlar!


dün itibariyle istanbul'a yaz geldi. havaların ısındığına, cemreye (o da neyse?), denize karpuz kabuğu düşmesine falan bakmıyorum: ne zaman memleketimin hipster camiası şortlarını çekip, bir açıkhava festivalinde birasını içip çimlerde sevgilisiyle öpüşebiliyor, ya da sevgilisi olanlara imrenip sevgilisi olmayanları kesmeye çalışıyorsa, o vakit gelmiştir yaz. istanbul’a da yazı miller freshtival getirdi işte.

küçükçiftlik park’la ilgili çekincelerim vardi en başta. alana doğru gelirken hemen yandaki inönü stadı’nda istanbul’un fethi kutlamalarının olması da inceden kıllandırmadı degil. hani hiç bir şey değilse gürültü anlamında. ama sorun olmadı, maçka’da da gayet güzel eglenildi, inönü stadı’nda atılan havai fişekler freshtival’a görsel destek bile yarattı hatta!

en büyük, en devasa isimlerden oluşmuyor freshtival lineup’ı. ama ismindeki “tazelik” fikrini yansıtacak kadar orijinal, yazın ilk festivali olmanın coşkusuna denk gelecek kadar da eğlenceli isimler seçiyorlar. örneğin düne kadar the phenomenal handclap band’i dinlemiş bir avuç insan vardi belki, ama çoğunluk için onları o atmosferde dinlemek yetti grubu beğenmek icin. benzer şeyleri prins thomas icin de söyleyebilirim.
the raveonettes biraz daha farkl
ı bir durum tabii. danimarkalı ekibi sevmek icin biraz gürültü estetiğine vurulmak, cızırtılı sound’lara aşina olmak, hem garage rock’ı hem de my bloody valentine tarzı shoegazing’i sevmek lazım. o yüzden daha eğlencelik bir punk bekleyenleri hayalkırıklığına uğratmış olabilirler. bence nefislerdi.

ama yine de festival bittiğinde herkesin dilinde mika’nın olacağını biliyordum, özellikle beyefendiyi 2008’de rockwerchter’de izledigim için. catchy ve çoğunluğun bildiği şarkıları geçin, sahnedeki acayiplikler bile yeter kendisini ilgiyle izlemek için: sahneye açılan dev bir şişme kadın bacağı mı diyelim, rengarenk gelinlikler ve hayvan maskeleri giymiş kadınlar mı? sıradışı sesini bir kenara bıraksak bile mika sahnede ilgiyle izlenecek bir adam, çünkü tam bir “entertainer.” iki albüme de bolca hit sıkıştırmış durumda şimdiden: “relax, take it easy,” “lollipop,” “love today,” “rain” ve tabii ki “grace kelly.”

neticede cok güzel, eğlenceli bir festivaldi. konserler açısından oldukça meşgul geçecek bir yaz mevsiminin de açılışını harika yapti freshtival.


Tuesday, May 25, 2010

bir nevi eve dönüş

son günlerim hep ziyaretlerle geçiyor. beş ay önce vedalaştığım insanlarla görüşüyorum. sanki zaman hiç geçmemiş gibi. aradaki beş ayı van'ın ufacık bir ilçesinde (evet, tam da birkaç gündür haberlerde yer alan o taburda) geçirdiğimi unutuyorum hızla. tuhaf bir psikoloji askerlik. içindeyken zamanın geçişini her bir saniyesine kadar yaşıyorsunuz. bittiğinde ise sanki bir uyku haliymiş gibi bulanık geliyor, iki hafta öncesine kadar yaşadığınız, alışmaya çalıştığınız yeri hemen unutabiliyorsunuz. iyi ki unutuyorsunuz gerçi...
...
neyse, öncesi kendisinden de zor sayılabilecek askerlik evresini kafa ve fizik olarak sağ salim atlattığım için mutluyum. üç aşağı beş yukarı hayatımı bıraktığım gibi bulduğuma da...
...
şunu belirtmem lazım ki, o hayatın önemli parçalarından birisi çekme kaset. benim yokluğumda fırat ve selmin harika yazılarıyla blogu ayakta tutmaya devam ettiler. tacım da mükemmel performansıyla çekme kaset'in blue jean'de de varlığını sürdürmesini sağladı. sayelerinde uzaktan da olsa yazılarıyla "burada" hissettim, takip edenlerin varlığını görünce de kasetin dönmeye devam edişine sevindim. madem özgürüm nihayet, artık ben de kafa şişirmeye başlayabilirim. sıkı bir sinema, müzik, spor, tv, eğlence, yani kısaca "hayat" kürüne ihtiyacım olduğu kesin tabii ki, her ne kadar geride kalan aylarda asker ortalamalarına göre internete erişimim mümkün olabildiyse de...
...
takip edenlere, güzel dileklerini aktaranlara sevgiler. tekrar başlayabiliriz, kaldığımız yerden. geri dönüşe fon müziği de u2'dan gelsin, konuyla alakalı olarak: "a sort of homecoming."