Güzel bir film Yumurta; izleyeni yormayan, durgun ama kesinlikle sıkıcı olmadan sakin sakin ilerleyen ve hedefine ulaşan başarılı bir film..
Son yıllarda bir filmi izlemeden önce hakkında herhangi bir şey okumama eğilimindeyim. Kısacık bir konu özeti bile olsa uzak duruyorum, ya da durmaya çalışıyorum diyelim.. Yumurta için de öyle yaptım, cumartesi günü hakkında hiçbir şey bilmeden gittim sinemaya. Aslında beni neyin beklediğini tahmin ediyordum az çok.. Öncelikle, daha ilk uzun metrajlı çalışması Herkes Kendi Evinde’de nasıl bir sinema anlayışına sahip olduğunu gözümü soka soka göstermişti Semih Kaplanoğlu. İkinci olaraksa, filmin bir üçlemenin ilk parçası olduğunu biliyordum, bu da filme bakışımı az da olsa etkiledi tabi ki, ama aynı zamanda gerekli bir bilgiydi bu sanırım.. Her neyse, gelelim filme..
Konusunu her yerde okuyabilirsiniz, o yüzden kendi değerlendirmeme geçmek istiyorum hemen.. Sakin bir film, durgun, acelesi yok.. aklınızı başınızdan alıp ordan oraya sürüklemek isteyen fırtına gibi bir film değil kesinlikle.. Uzun planlar, sıfır müzik, sadece gerçek hayattaki hızında bir kasaba ortamı, tüm renkleri ve sesleriyle.. Aynen Herkes Kendi Evinde’de olduğu gibi bir kır-kent karşılaşması filmi bu; ama bu sefer Kaplanoğlu “kır”a daha fazla ağırlık vermiş, çünkü olayın mekanı bir kasaba (Tire). Bu arada, “olay” diyorum, ama filmde olay (Yusuf’un annesinin ölümü üzerine Tire’ye gelişi) filmin başlangıç noktasını oluştursa da sanki bilinçli olarak ikincil bir öneme sahip bırakılmış gibi.. Bunu söylemek sinema sanatı açısından ne kadar doğru olur bilmiyorum, ama bana bir durum hikayesini anımsattı film genel olarak. Karakterler üzerinde yoğunlaşılması, ikincil, hatta üçüncül karakterlerin bile özenle yaratılmış olması, kasabanın fiziki yapısının filmin önemli bir unsuru olması gibi noktalar durmadan bunu düşündürdü bana. Ve tabi ki film boyunca beni saran bir histi bu öncelikle..
Yumurta’yı izlerken, (daha da çok, izledikten sonra) Türk sinemasının yakın dönemdeki diğer başarılı örneklerini düşündüm durdum, ister istemez. Özellikle Nuri Bilge Ceylan sinemasıyla yakın akrabalığı gözden kaçacak gibi değil. Ceylan’ın özellikle Uzak öncesi filmleri (Koza, Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı) ile bir toplu gösterim yapılsa hiç göze batmaz herhalde. Ama bu kesinlikle kötü bir şey değil, hatta sinemamızın bu tarz örneklere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Oyunculuklara gelirsek.. Kaplanoğlu, çağdaşı diğer minimalist sinemacılar gibi genelde amatör oyuncuları tercih etmiş, süperstar Nejat İşler istisnasıyla tabi ki.. Ama hakkını yemeyelim, ayrıksı bir süperstar İşler; oyunculuğunda her zaman belli bir doğallık ve samimiyet var, bu filmde de bunu görmemek imkansız. Ayla karakterini canlandıran Saadet Aksoy oldukça iyi bir iş çikarmış; kesinlikle sırıtmamış ya da yapmacıklığa kaçmamış, Altın Portakal’ı da aldı zaten, daha ne olsun.. Yan rollerde de herhangi bir rahatsız edici performansa rastlamadım; amatör oyuncular yönetmenin kendilerinden istediğini vermişler, yeterli..
Güzel bir film Yumurta; izleyeni yormayan, durgun ama kesinlikle sıkıcı olmadan sakin sakin ilerleyen ve hedefine ulaşan başarılı bir film.. Herkes takdir etmeyecektir değerini, bu da normal, üzülmek anlamsız.. Üçlemenin diğer filmlerini bekliyorum şimdi, heyecanla değil, sakin sakin..
PS: Filmi izledikten sonra Sevin Okyay’ın Radikal Cumartesi’ndeki yazısını okudum, içimden geçenleri tabi ki çok daha güzel bir biçimde yazmış kendisi, saygılarımı sunuyorum.. Pazar günü de Radikal’de Nejat İşler’in röportajı vardı, bakmakta fayda var..
eh yeni filmlere gidilmeli artık, yeni yorumlar yazılmalı(:
ReplyDelete