patti smith (bizim bildiğimiz kadarıyla) ikinci defa istanbul'daydı. bazılarının neden diğerlerinden daha büyük olduğunu, efsane denen şeyin neye benzediğini, kayıtlı ürünlerin iki boyutunda değil de aynı havayı solurken anlayabilmek için oradaydım. anladım da...
büyük bir patti smith hayranı sayılmam. hani, sevginizden çok saygı duyduğunuz isimler vardır ya, o mesafedeydim patti'ye. evet, "horses" ve "easter" en sevdiğim kayıtlar arasındadır, ama işte, sürekli dönüp de dinlediğimi de söyleyemem. anladınız işte, herkes için vardır böyleleri. örneğin "twelve" çıkmadan önce aylarca patti smith albümü koyup dinlememişimdir. ama konser haberini alınca da elimin titrediğini bilirim. durumu açıklar sanırım.
25 eylül gecesi babylon'a gelmeden öncesinden bahsedeyim. gündüz vakitleri, babylon lounge'daki şanslı azınlık arasındaydım. bir saatlik basın toplantısında odaya girdiği anda ortamda yayılan hava, içerideki herkesin ne kadar şanslı olduğunu bildiğini gösteriyordu.
hafif kambur, yavaş yavaş yürüyerek ve şehla gözleriyle çevreyi ağır ağır süzdü. kalın kaşları, seyrek saçları, hatta belli belirsiz bıyıklarıyla, yine bildik erkeksiliği, daha doğrusu cinsiyetsizliği üzerindeydi.
karşımıza geçti ve, "bir saat boyunca buradayım, ne isterseniz sorabilirsiniz, eğer cevabını biliyorsam yanıtlarım," dedi. öyle de yaptı.
guantanamo'da tutulan murat kurnaz için yazdığı şarkıyı anlattı. müziğin protesto için belki de en etkili ifade biçimi olduğu zamanlardan geliyordu patti, "without chains"i de bu bilinçle, ama aynı yaşta bir çocuğu olan bir anne duygusallığıyla yazmıştı. murat yıllarca zincirlerle yürümeye alışmıştı ve serbest bırakıldığında yeniden yürümeyi öğrenmesi gerekmişti, bunu anlattı.
"twelve"deki hangi şarkıyı neden seçtiği soruldu, albüm içindeki notlarda zaten uzun açıklamaları var ama, "gimme shelter"ı çok güçlü bir savaş karşıtı şarkı olduğu için ("savaş, güzelim, bir el ateş uzaklığında; aşk, kardeşim, bir öpücük mesafede") seçtiği malum mesela. "midnight rider" ise sadece kendisi çok sevdiği için oradaymış.
ntv'den banu güven "neden efsaneler 60'larda vardı da artık yoklar?" dedi, "rönesans dönemi de böyleydi ama; michelangelo, raffaello, da vinci aynı dönemde çıktı. sonraki dönemlerde büyük sanatçıların daha farklı zamanlarda ortaya çıktığını gördük. her dönem mutlaka önemli isimler çıkacaktır müzikte de." ama jimi hendrix'in kendisi için hep en büyük kalacağını da ekledi.
benzer şekilde, neler dinlediği sorulduğunda hem efsane gitaristi ve kadim dostu lenny kaye, hem de patti "sizi hayal kırıklığına uğratacağız," dedi, ornette coleman, john coltrane ve şu an hatırlamadığım birkaç klasik müzisyenin isimlerini zikrettiler. yeni bir isim çıkmadı ağızlardan, ama hayal kırıklığı ne demek!
sonlara doğru ben de söz aldım, "son yedi yılda üç albüm, 75-80 dönemini saymazsak en üretken döneminizi yaşıyorsunuz. yeni bir albüm gelecek mi?" dedim. "kesinlikle," dedi. bu albüm çıktığında kendisini yeni materyal yazamamakla suçlayanlar olduğunu, halbuki elinde bir dolu yeni şarkı olduğunu ve kısa zamanda onları yayınlayacağını söyledi.
toplantı biterken gitarını aldı, ayağa kalktı ve "my blakean year"i söyledi. babylon lounge'ın ufacık salonu konser mekanı olmuştu adeta, ya da tam tersi, konser denen olguyu önemsizleştirircesine vurucu bir performansı oracıkta sergiledi patti. 20 kişilik bir toplulukta ondan bir şarkı dinliyordum, bu kesinlikle müzikal anlamda en önemli anılarımdan olmalıydı. sonrasında bundan yıllar önce kadıköy zero'dan alınmış "horses" cd'min kapağını patti smith ve lenny kaye'e imzalatmak da öyle.
Konser
ikinci günü bilmiyorum, ki ona da gitmek isterdim, zira seyirciyle iletişimi, anlattığı hikayeleri her an değişebilir kadının, eminim ikinci gece de bambaşkadır. ben ilk gece oradaydım. basın toplantısında patti'nin sakin sakin otururken eline gitarı alıp ayağa kalktıktan sonra nasıl değiştiğini anlattım. konserde bunu katladı.
hani patti şiirler okur ya, o gün içerisinde sanırım kapalıçarşı'da, başına gelen bir hikayeyi anlattı. bir adama bir şey sormuş, adam "mmmrrrrhh" diye yanıtlamış, "ki sanırım bu da 'ben oruç tutuyorum' demekti," dedi patti. "ben oruç tutmuyordum. ben ne yapabilirim, diye düşündüm. sigarayı bırakmak desem, zaten kullanmıyordum. alkol? o anda içmiyordum ki. karar verdim ki bir götlek* olmayı bırakabilirdim!" bunları grup çalarken, ağır ağır, tiyatro gibi, şarkı söyler gibi, konuşur gibi anlattı. gözlerinizi nasıl alabilirsiniz ki böyle bir sanatçıdan? bırakın sahnesini, konuştuğu her bir an sanat "happening"i onun!
şarkıların sonlarında, aralarında, içinde, sözleri değiştirerek, yenilerini ekleyerek verdiği mesajların birçoğu "sokaklara inin, tepki gösterin" minvalindeydi. "asla hükümetinizin sizi bir savaşa sokmasına izin vermeyin, biz beceremedik. başkanımızın ve hükümetimizin başka bir ülkeyi haksız şekilde işgal etmesini engelleyemedik ama siz engelleyebilirsiniz! güç sizdedir!" diye haykırdı bir keresinde. "HİÇBİR SAVAŞIN BİR HAKLI SEBEBİ OLAMAZ! HİÇBİR DİN, HİÇBİR İNANÇ SAVAŞI HAKLI GÖSTEREMEZ!" bunu söyleyen kadın da inançlı bir kadın. ama onun inancı işte böyle güzel inanç!
"gloria"nın son anlarında (bilen zaten bilir, şarkının ilk dizesi "isa birilerinin günahı yüzünden öldü, benim değil"dir) "kim inanabilir ki benim küçükken bir misyoner olmayı planladığıma!" dedi. sonra sahneden indiler. tekrar geldiklerinde hikayesine devam etti, "küçükken babam beni çağırdı ve 'patti lee, neden misyoner olmak istiyorsun? ülke ülke gezmenin ve onlara inancını anlatmanın ne anlamı var ki? ülke ülke gez ve diğer insanların inançlarını öğrenmeye çalış asıl,' dedi." böyle babadan böyle kız çıkar zaten.
"gloria," "because the night," "people have the power," "rock'n'roll nigger" ve "children of the revolution" sonlara saklanan bombalardı. "soul kitchen," "gimme shelter," "are you experienced" ve finalde kapkaranlıkta söylenen "smells like teen spirit" benim hatırladığım "twelve" şarkılarıydı. birkaç defa seyirciler arasına indi, lenny kaye çalıp söylerken kalabalığın içinde dans etti. bu arada kendisine "rock'n'roll patti, come on!" diye bağıran bir gerizekalıya (allahım dünyada böyle tipler neden var?) "whaddya mean, 'come on!'?!" dedi. "rock'n'roll dinlemek istiyorsan birçok mekan vardır dışarıda, kapı orda" diye herifi bir güzel göt etti. "rock'n'roll'un birçok yolu vardır" dedi haklı olarak. herif "play for hilly" dedi. (hilly kristal, cbgb's'in merhum sahibi) "tamam, hilly için çalalım," dedi. tam hatırlamadığım bir şekilde herife bir daha geçirdi. neyse, adam gibi dinleyici de çok vardı neyse ki.
bir tanesi, örneğin, allen ginsberg'ün "howl"unu verdi, oradan bir şiir okuması için. biste "footnote to howl"u okudu oradan, "holy istanbul!" dizesini de atlamadan.
rock'n'roll'un, punk'ın, şiirin nigger'ı kaç defa tüylerimi diken diken etti anlatamam. "gelmeyenler çok şey kaçırdı" denir ya, gelmeyenlerin ne kaçırdıklarını tahmin bile edemeyecekleri kadar değerli bir konserdi, ayindi. ama yine de kaçıranları suçlayamam. zira içerisi kalabalık değildi, şoke edici bir şekilde. babylon'un perdeli kapısından sahneye kadar olan kısım doluydu ama bara kadar olan kısım da cidden boştu. çok ufak bir uğraşla en önlere gelebildim. anlamak zor. iki günde tüm biletleri tükenen bir konser neden böyle oldu bilemiyorum.
iyi ki geldin patti lee. bu yıl değil, ömrüm boyunca gördüğüm en etkileyici tecrübelerden birisini verdiğin için. senden kaç tane var ki?
This comment has been removed by the author.
ReplyDeleteBir şeyi söylemeden edemedim. Ginsberg'ün "Footnote to Howl"unda "Holy Istanbul!" lafı geçiyor zaten, onu Patti Smith kendisi eklemiş değil.
ReplyDeleteevet, haklısın. uyarın için teşekkürler.
ReplyDelete