Tuesday, May 14, 2013

Phoenix röportajı: Akorlar ve Duygular


Bu röportaj, Şubat ayında Phoenix gitaristi Christian Mazzalai ile gerçekleştirilmiş, Blue Jean'in Nisan 2013 sayısında yayınlanmıştır. Albüm çıkmadan gerçekleştiği için bazı sorulardaki anakronizmi mazur görün.


Yeni albümden ilk şarkınız ‘Entertainment’ yayınlandığı anda interneti etkisi altına aldı. İlgiden memnun musunuz?
Çok heyecanlandık. Ama nasıl karşılandığını görmemiz için canlı çalmamız gerekiyor. Onun dışında tepkiler biraz bulanık, pek somut sayılmaz.
Parça tam da Phoenix’in nasıl büyüdüğünün kanıtı gibi olmuş. Büyük arenalarda çalınmak için yazılmış bir şarkı gibi.
Hayır, hayır, hayır. Şarkıyı yazarken turne kafamızda yoktu. Daha büyük sound’lar yaratmayı istedik ama sadece fantezi olarak.
'Entertainment’ ilk single için yol gösterici olabilir mi?
On tane şarkı yazdık ve hepsini eşit seviyoruz. Her şarkının farklı havası var ve insanların albümü keşfetmesi için sabırsızlanıyoruz. Bu albümle ne yapmaya çalıştık dersen, bilmiyorum, biraz bulanık. Yeni bir şey yapmak istiyorduk ama aynı zamanda nostaljik bir şeyler de denemek istedik çünkü iki yıl boyunca turnedeyken evimizi çok özledik. Geceleri turne otobüsünde eski Fransız filmlerini izlerken, çocukluğumuzun Fransızca şarkılarını dinlerken bulduk kendimizi. Belki de biraz bundan esinlendik: Çocukluğumuzdan.

"Bankrupt" için ilhamınız neydi?
Galiba 70’lerden bolca İtalyan müzikleri dinledik. 80’lerin başından Fransız müzikleri dinledik...
Sizi bu müziklere çeken neydi? Retro sesler mi? 
Biraz melankoli ve nostalji galiba çünkü bunları dinlerken çok uzaklarda, Avustralya, ABD, Japonya gibi yerlerde turnedeydik. Ülkemizi özledik, İtalya’yı, Avrupa’yı özledik. Evimizi özledik, bundandır. Bu albümde çocukluğumuzdan etkilenen çok akor ve duygu var.
Bunca ev hasretinden sonra şimdi yeniden yollara düşeceksiniz. Nasıl hissediyorsunuz? 
Heyecan verici çünkü iki yıl boyunca neredeyse kimseyi görmedik. Yeniden dünyayı göreceğimiz, keşfedeceğimiz için heyecanlıyız.
Nihayet yeni albüm bitti, gün saymaktayız. Phoenix cephesinde hava nasıl?
Hava iyi, çok heyecanlıyız. İki yıl sadece dördümüz çalıştık ve bittiği için çok mutluyuz. Nihayet dünyayı göreceğiz ve turneye çıkacağız.
Son albümünüzden bu yana dört yıl geçti. Bu uzun aranın sebebi neydi?
Aslında hiç ara vermedik. İki yıl turnedeydik ve son konserimizi verdiğimiz günün ertesinde doğrudan stüdyoya dönüp şarkı yazdık. Gurur duyabileceğimiz bir şey yapmak istedik. Ne kadar süreceğini planlamamıştık ama bu da çok uzun zaman aldı.
“Wolfgang Amadeus Phoenix” beklentilerin çok ötesinde başarılı oldu ve sizi bir yıldız yaptı. Bu, yeni albüm için sizde baskı yarattı mı?
Sanırım o meydan okuma dışarıdan değil bizden geldi. Şarkı yazarken tüm kapıları kapatıyoruz ve aylarca bir odada kalıyoruz. Çok uzun süre dünyadan kopuyoruz. Dolayısıyla baskı tamamen içimizden geldi. Daha heyecanlı, daha yeni, daha önce keşfetmediğimiz bir şeyi ortaya koyma baskısı vardı.

Son albümle gerçekten iyice büyüdünüz, bir de Grammy kazandınız. Artık büyük liglere oynadığınızın kanıtı sayılabilir mi bu? 
Bilmiyorum, son albümü yaparken bunu kesinlikle beklemiyorduk. Başımıza gelince de her anı doğaçlama yaşadık. Evet, git gide daha büyük mekanlarda çaldık ve işler büyüdükçe kontrolü kaybedersin. Ama bizim hedefimiz özgürlüğümüzü korumak ve yaptığımız şeyi taviz vermeden sürdürmekti. Bu albümde yaptığımız da buydu.
Son albümle bir de Grammy kazandınız. O nasıl bir duyguydu?  
Fantastikti. Hiç beklemiyorduk ama aynı zamanda bu sadece bir ödüldü ve fazla ciddiye alınacak bir şey olmadığını biliyorduk.
Elektronik müzikte büyük bir Fransız gruplar ekolü söz konusu: Birbirinizden farklı olsanız da siz, Daft Punk, Air, Justice... Fransa'nın sırrı ne? 
Bilmiyorum. Aynı müziği yapmıyoruz ama bu gruplar arasında bir bağlantı olduğu doğru. Sanırım hepimizin albüm koleksiyonu benzer. Air ve Daft Punk’la da arkadaşız. İşleri kendi başımıza yapıyor oluşumuz da benzer. Albümlerimizi kendimiz kaydediyoruz, kendimizin prodüktörüyüz. Hepimiz “ev stüdyosu” kuşağındanız. Sanırım hepimizin kontrol sahibi olması müziğimizin önemli bir parçası. Hepimiz için sound da şarkı sözleri kadar önemli. Her detay önemli, imajımız veya videolar bile. Her şeyi mümkün olduğunca çok kontrol etmeye çalışıyoruz. Belki de aramızdaki bağlantı budur.
Bu yazki planlar arasında Türkiye de olacak mı?
Şu anda turneyi planlıyoruz ve Türkiye’ye gelmeyi çok isteriz.
Son zamanlarda sevdiğiniz albümler neler? 
Mac DeMarco’yu dinledik. Ve Unknown Mortal Orchestra, çok iyi bir albüm yaptılar.

Thursday, May 9, 2013

İstanbul 2013 yaz konserleri takvimi

Tartışma götürür yanı olduğunu sanmıyorum, 2013 yazı konserler açısından Türkiye tarihinin en meşgul mevsimi olacak. En son One Love line-up'ı da açıklandığında bu konser tarihlerini aklımda tutamadığımı, arkadaş düğünleri, tatil planları, mühim spor organizasyonlarıyla çakışmalarının içinden çıkamadığımı fark ettim. Hem kendim için, hem de buna ihtiyaç duyanlar için İstanbul'un bu yaz konser takvimi işte altta.

MAYIS
17 Mayıs Cuma: Depeche Mode, KüçükÇiftlik Park
18 Mayıs Cumartesi: Joe Satriani, KüçükÇiftlik Park
19 Mayıs Pazar: Tindersticks, Nouvelle Vague, Gilles Peterson (Chill-Out Festival) Kemer Country Club
25 Mayıs Cumartesi: Kings of Convenience, DeVotchKa, Molotov Jukebox, Beardyman (Babylon Soundgarden), Parkorman
30 Mayıs Perşembe: Rihanna, İnönü Stadyumu

HAZİRAN 
6 Haziran Perşembe: Public Service Broadcasting, Babylon
6 Haziran Perşembe: Red Fang, Jolly Joker
7 Haziran Cuma: Tiesto, İnönü Stadyumu
15 Haziran Cumartesi: ZAZ, Parkorman
20 Haziran Perşembe: Keane (Efes Pilsen One Love Festival 1. Gün), Parkorman
21 Haziran Cuma: Blur, The Vaccines, Foals (EPOL 2. Gün)
22 Haziran Cumartesi: New Order, James Blake, Wax Tailor, Gramatik (EPOL 3. Gün)
23 Haziran Pazar: The National, Noah & The Whale, Emiliana Torrini, Parkorman
26 Haziran Çarşamba: Bloc Party, Parkorman
26 Haziran Çarşamba: Pet Shop Boys, Life Park
28 Haziran Cuma: Derrick May & Jimmy Edgar, Babylon
29 Haziran Cumartesi: Bat For Lashes, CocoRosie, Citizens!, New York Dolls, Wanton Bishops (Avea Escape To Music) KüçükÇiftlik Park
29 Haziran Cumartesi: The Prodigy, Basement Jaxx, Jaguar Skills, İnönü Stadyumu
29 Haziran Cumartesi: Slayer, Cradle of Filth, Stratovarius (Hi-Voltage), Life Park
30 Haziran Pazar: Thirty Seconds To Mars, !!!, The Maccabees, Parkorman  

TEMMUZ 
2 Temmuz Salı: Sigur Ros, Parkorman 
2 Temmuz Salı: Alicia Keys, KüçükÇiftlik Park 
3 Temmuz Çarşamba: Dee Dee Bridgewater & Ramsey Lewis, Yıldız Sarayı 
5 Temmuz Cuma: Melody Gardot, Alman Sefareti Tarabya Rezidansı 
7 Temmuz Pazar: Snoop Dogg, Cee-Lo Green, Nas, İnönü Stadyumu 
7 Temmuz Pazar: Lana Del Rey, KüçükÇiftlik Park 
8 Temmuz Pazartesi: Bryan Ferry, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu 
9 Temmuz Salı: David Sanborn & Bob James, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu 
10 Temmuz Çarşamba: E.S.T. Symphony, Haliç Kongre Merkezi 
21 Temmuz Pazar: Ke$ha, Parkorman 
26 Temmuz Cuma: Iron Maiden, Anthrax, Voodoo Six, İnönü Stadyumu  
29 Temmuz Pazartesi: John Legend, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu  


AĞUSTOS 
4 Ağustos Pazar: Roger Waters, İTÜ Arena
7 Ağustos Çarşamba: The xx, Parkorman 
14 Ağustos Çarşamba: Pitbull, Life Park
16 Ağustos Cuma: Placebo, Parkorman 

EYLÜL 
6-7-8 Eylül: Rock'N Coke, Hezarfen Havaalanı
13 Eylül Cuma: Lenka, KüçükÇiftlik Park
15 Eylül Pazar: Paul Weller, The Hives, The Undertones (Eksen On Fair), Parkorman 

Thursday, May 2, 2013

Justin Bieber konseri: Görmek, inanmaktır


İleride Justin Bieber biyografisi yazılırken, “Believe Tour”un Avrupa ayağı mutlaka önemli yer tutacak. Tartışmalarıyla, inişleri çıkışlarıyla kitaplık malzeme çıkarttı çünkü. Londra konserlerinin ilkine iki saat geç çıktı, tabloid basını onu topa tuttu, ertesi gün konsere vaktinden erken çıktı. Üçüncü Londra konserinde bayıldı, hafta biterken de bir İngiliz paparazziye saldırdı. İki Portekiz konserinin ikincisi iptal edildi, iddialara göre sebep düşük bilet satışlarıydı. Norveç konserleri için Oslo’daki okullar sınav tarihlerini ertelediler. Aldığı
maymunu Almanya sınırlarına sokulmadı. İsveç'te turne otobüsünde marihuana bulundu. Hollanda'da Anne Frank için "Yaşasaydı Belieber olurdu" dedi. Türkiye'ye kaçak giriş yapmaya çalıştı.

Bütün bu tartışmaları kısmen içeriden, çokça dışarıdan izledim. O2 konserlerinin ilkinde Londra’daydım. Saat 10’da Justin Bieber tişörtlü küçük kızların konseri izleyemeden eve dönüşlerinde metroda karşılaştım. İngiliz tabloidler dört koldan ona saldırırken her gelişmeyi okudum. Ama 13 Nisan akşamı Hollanda’da, Arnhem’in GelreDome’unda gördüğüm, Belieber’ların tüm bu tartışmalardan hiç mi hiç etkilenmediğiydi.

Arnhem küçük bir şehir, dolayısıyla kentin artan nüfusunun tek sebebi Justin Bieber konseri. Amsterdam’dan bir saatlik tren yolculuğuyla kente gelirken bile Bieber hayranlarını görüyorsunuz. Zaten Arnhem merkezden konser salonuna kadar gitmek için adres sormaya, yol tarifi almaya gerek yok, Belieber kalabalığını takip etmek yeterli. Belieber kalabalığını tespit etmek de kolay: 14 yaş altında birlikte gezen kız grupları varsa ya da annesinin veya babasının refakat ettiği küçük tek bir kız bir yere gidiyorsa o Belieber işte. Justin tişörtlü ya da şapkalı, hatta yüzünde ve kollarında JB yazanları saymıyorum bile.


GelreDome dünyanın en ilginç stadyumlarından birisi. Üstü tamamen kapanabiliyor, altı da tamamen açılabiliyor. Nasıl mı dediniz? Kibrit kutusu gibi, çimler raylı sistemle bir kale arkasından dışarı kaydırılabiliyor. Böylece hem konserlerde zemin zarar görmüyor, hem de çimler daha fazla ışık alabiliyor. Konser için sandalyeler de saha içine dizilmiş ve kapalı spor salonu atmosferi verilmiş. Girişte o salon ve statta iz bırakmış herkesin yıldızı var: U2 konserinden, Vitesse'nin Ajax'ı 4-1 yenmesine kadar. O günden sonra muhtemelen bir Justin Bieber yıldızı da çakmışlardır kapıya.İçeride oturmalı düzen var. Herkesin yeri belli, ancak kimsenin yerinde durmayacağı garanti. Oturanlar genelde erkekler: İçerideki 30.000 kişinin belki 30 tanesi falan erkek zaten, onlar da kızlarını getirenler. Benim yanımda benim yaşlarımda bir eleman var, kız arkadaşıyla gelmiş, onla laflıyoruz. "Fan mısın?" "Yok ya, değilim. Sen?" "Yok ya ne alakası var" diye birbirimizi temize çektikten sonra öğreniyorum, organizatörün arkadaşıymış, meraktan gelmiş. Ama kalabalık ve coşku benim gibi onu da etkiliyor: "Beni pedofil sanma ama Bieber eğlenmek istese bu kadar kız var..." gibi bir şeyler söylüyor, tam anlamıyorum.


Ön grup Hollandalı MainStreet’te bile yaşanacak çılgınlığın ilk işaretleri geliyor. Dört tane genç oğlan dans edip şarkı söylüyorlar, sahne gösterileri bundan ibaret. Amatörden halliceler ama belli ki orada popülerler. Orada bile katılım yüksek. MainStreet’in ardından DJ Tay James sahneye çıkınca coşku katlanıyor. James herhangi bir DJ değil, Rihanna’dan Black Eyed Peas’e, günümüzün tüm pop hitlerini çalmakla kalmıyor, elinde mikrofon, seyirciye hükmediyor. Kitle coşmaya razı zaten ama “Hazır mısınız?” diye bağırıp aynı anda zıplattığı seyirciler tam anlamıyla olaya ısınıyorlar. Arada gözüm sahne arkasından çıkan kızlara takılıyor. Belli ki en pahalı biletleri alıp "Meet & Greet" hakkını kazananlar onlar. Arkada hediye edilmiş çantalarından tanıyabiliyorsunuz. Neredeyse hepsi eliyle yüzünü kapatarak, hıçkıra hıçkıra ağlayarak çıkıyor arkadan. Az önce en büyük hayranı oldukları sanatçıyla tanışmanın şaşkınlığı yüzlerinde. O ifade birazdan GelreDome’daki 30.000 kişinin yüzlerinde. Önce 10 dakikalık bir geri sayım yansıtılıyor ekranlara. Saat 22’yi gösterdiğinde ise önce ışıklar sönüyor. Dev ekrana Justin’in silueti yansıyor. Sonra da dev kanatlarıyla uçarak sahneye iniyor ve çığlıklar kulağı yırtar hale geliyor. ‘All Around The World’ çalınıyor ve şov başlıyor.


Konser başladığında kimse yerinde durmuyor elbette. Genç kızlar koltukların üzerinde, yaşı 8-9’un altında olanlar babalarının omuzlarında. O ortamda benim de koltuğun üzerine çıkacak halim yok, hem tepeye çıkıp arkamdaki kızların görüşünü bozmak istemem. Ama 11 yaşındaki kız yüzünden sahneyi görememek nereden baksan tuhaf bir durum. Ayakta durunca sahneyi görebildiğim bir açı yakalamak bana yetiyor. Bieber hayranı değilim, konsere yakın zamanda bilgimi gözden geçirmek için albümlerini baştan dinledim ama kabul etmeliyim ki Popun Prensi bana göre değil. Ama o ortamda olmak heyecan verici. Bir kere, hiç dinmeyen genç kız çığlıkları yorucu da olsa etkileyici. Şöyle diyeyim: Türk Telekom Arena’daki desibel rekorunu Şükrü Saracoğlu’nda sadece kadın ve çocukların alındığı maçla çarpın, bir Bieber konserindeki atmosfere biraz yaklaşabilirsiniz. İkinci olarak, pek çok arena konserinde saha içindekiler en kemik kitledir, uzakta oturanlar çoğunlukla işin eğlencesine gelmiş kitledir. Justin Bieber konserinde ise öyle değil. Sahaya en uzak tribünden, en öndekilere kadar herkes olayın içinde. Justin ceketini biraz açıp bir omzunu gösteriyor, salon sallanıyor. Seyircilere “Kaçınız ‘Believe’ albümümü aldı?” diye soruyor, arena yıkılıyor. Müziği benim kalemim olmayabilir ama seyircisi mükemmel. En arkadan en öne kadar herkesin bu kadar içine girdiği bir konser görmedim. "Keşke herkesin bu kadar coşkulu bir rock konseri izleyebilsem" diye düşündüm.

Bu tip büyük prodüksiyonlarda sürprize yer olmadığını bilirsiniz. Bir şarkı sonunda sahne zemininin açılması ve Justin’in oraya düşmesi, tam da o anda dev ekranda Justin’in suyun altındaki görüntünün belirmesi gibi. Ya da şarkıyı bitirdikten sonra sahneden koşarak çıkması sonrası mini bir gangster filminin dev ekranda oynaması gibi. Dev ekrandaki görüntüler, koreografiler, fişekler, konfetiler: Bir pop konserinden istediğiniz tüm aşırılıklar, eğlenceyi garantileyecek her türlü oyuncak mevcut sahnede. Benim dışımda bu durumda olan kimse
yoktu ama hoşlanmadığınız bir şarkıda bile sahnede ne olduğunu sürekli takip etmek zorundasınız, çünkü sürekli bir hareket var. Justin de seyircisini boş bırakmıyor elbette. Bazen bir platformun üzerine çıkıyor ve metrelerce yukarı çıkan o platform sayesinde uzak köşelere de yaklaşmış oluyor. Sadece en öndekilerin keyif alabileceği bir şov değil bu. Yine de yakındakiler şanslı zira ‘One Less Lonely Girl’de sahneye çıkartılıp Justin’le dans eden kız önlerden seçiliyor haliyle.


Her dört-beş şarkıda bir verilen aralarda minik klipler de gösteriliyor. Bir tanesinde, Justin Bieber’ın son birkaç yıl içerisinde nereden nereye geldiği anlatılıyor. Tirajlar, ödüller, dergi kapakları, televizyon röportajları ve hatta sert eleştiriler ekrandayken Bieber fenomeninin meteor hızındaki değişimini daha net anlıyor insan. Yazının başında bahsettiğimiz olaylar da bu ünün bedeli belki de. Ama Justin (yine dev ekrandan gösterildiği ve hepinizin de bildiği üzere) çok küçük yaşlarından bu yana bugünlerin hayalini kurmuş, hep sahnede, göz önünde olmak istemiş, şarkıcı olmak için doğmuş bir genç. “Believe” veya “Never Say Never”la verdiği mesaj da kendi hayalini gerçekleştirmiş olması ve hayranlarının da kendi hayallerini gerçekleştirmesi için kendisinden ilham alması. “İster müzisyen, ister polis, ister yönetmen olun, yeter ki olmak istediğiniz kişi olun” diyor Bieber.

“Believe Acoustic”ten ‘Be Alright’ ve ‘Fall’da akustik gitar performansını gösterirken bir ara da davula geçip solo atmayı ihmal etmiyor. Sahnede bir an boyunca durmadan dans ettiğini de düşünürseniz takdire şayan bir performans. Zaten Bieber’ın müziğini sevmeyen birisi olarak konserden sonra kendisine saygı duymaya başlamamın sebebi bu. Justin çok çalışıyor. Kendisinin endüstri tarafından yaratılan bir başka plastik popstar olmadığını ikna etmek için çok çabalıyor. Ciddiye alınmak istiyor ve Grammy’lere aday olmadığında bu
yüzden çok bozuluyor. Şahsi fikrimi sorarsanız, Justin’in albümleri ciddiye alınmasına yetmeyecek. Evet, ‘Boyfriend’in, ‘Baby’nin, ‘Beauty and a Beat’in ve diğer hitlerini yok sayacak değilim ancak yine de albümlerine baktığımızda Justin hayal ettiği yerin çok gerisinde. Kimisi ondan yeni Michael Jackson olmasını bekliyor, kimisi de Justin Timberlake olma hayallerini kurduğunu söylüyor. Bieber “Sadece kendim olmak istiyorum” dese de içten içe bu hayalleri kurduğunu görmemek imkansız. “My World 2.0” ve “Believe” arasında inanılmaz bir mesafe kat etmiş olduğunu teslim etsem de popun en iyileriyle kıyaslandığında albümleri hala vasat çizgisi civarında. Ancak şu noktada ona haksızlık etmemek lazım: Justin hala 19 yaşında.
Kıyaslandığı isimler, Jackson ve Timberlake, önce gruplarında piştiler ve sonra solo kariyere başladılar. Bieber ise hep tek başınaydı. Ayrıca Jackson ilk kaydadeğer albümü “Off The Wall”u yapana kadar dört tane kayda imza atmıştı. Bieber’a da ciddiye alınacağı o büyük albümü için kredi açmak gerekiyor belki de.

Ama bir yandan da bunun o kadar da önemi yok belki: Justin Bieber şimdiden pop tarihinin en büyük fenomenlerinden birisi oldu. Yazının başında belirttiğimiz gibi, olay çıkartma ve manşet malzemesi yaratma konusunda Michael Jackson’la yarışır düzeyde ama hiçbir şeyi kafasına takmamayı ve işine bakmayı başarıyor. Bunu yaparken de en büyük desteğinin hayranları olduğunu biliyor. Bir Justin Bieber konserinde göreceğiniz en büyük olay da bu zaten: Karşılıklı iletişim konusunda hayranlarıyla daha kuvvetli bir ilişki kuran bir popstar daha yok. ‘Believe’e sıra geldiğinde ellerinde önceden hazırladıkları “We Believe” (İnanıyoruz) pankartlarını açan binlerce hayrandan bahsediyoruz. Justin de “Bu şarkı, bu albüm, bu turne, benim tüm hayatım bir mesaj içeriyor” diyor. O mesaj, dediğimiz gibi, hayranlarının da Justin’i kutup yıldızı gibi takip edip, kendi hayallerini gerçekleştirme cesaretini bulması.

Justin Bieber ve hayranları arasındaki ilişki bu derece kuvvetli olduğu sürece ödüllerin, tirajların, kötü eleştirilerin veya hayal kırıklıklarının önemi gerçekten yok gibi görünüyor. Bieber konserleri de o ilişkinin en canlı şekilde kurulduğu yerler oluyor.