Hannah kulak çubuğuyla kulak zarını yırttı, bir tren istasyonunda çömelip
yere işerken yaşlı bir çifte yakalandı, kokainle uçarken bir club’da dans
ederken gay bir adamla tişörtünü değiştirdi ve onun transparan atletiyle
markete gitti. Booth Jonathan Marnie ile seks yaparken ondan ölü bir oyuncak
bebeğe bakmasını istedi. Adam, Natalia’dan yatak odasına kadar emeklemesini
istedi ve yatağa vardığında göğsüne boşalmasıyla bitecek bir anal seks yaptı. "Girls"ün
ikinci sezonu televizyonda ilk defa gördüğünüz şeylerle doluydu. Peki buna
ihtiyacımız var mıydı?
“Girls”ün ilk bölümleri yayınlandığıandan itibaren Lena Dunham’ın tartışma yaratmaya teşne bir sanatçı olduğu belli olmuştu. İlk bölümün en büyük tartışması “Bu dizide neden siyahlar yok?” iken Dunham ikinci sezonu Donald Glover’la bir sevişme sahnesiyle başlattı. Sanırım bu tavır, “Girls”ün ikinci sezonunun tonunu belli eden bir göstergeydi. Dunham dokununca yanan yaralara basmaktan keyif aldığını fark etti. Bunları ahlakçılıkla yazmıyorum. Televizyonlarımızı temiz tutmalı falan değiliz, ya da “Amerika’da RTÜK yok mu?” çağrısı yapmıyorum. Ama Dunham’ın “yapıyorum çünkü yapabilirim” tavrı, sanki enerjisini karakterlerine veya olay örgüsüne değil de “bu bölümde daha ne kadar zorlayıcı olabilirim”e harcamaya başladığını hissettirdi.
Elbette “Girls”ün ikinci sezonunda belirginleştirdiği bir tavrı, kişilerin karakterlerini cinsel ilişkiler üzerinden okuması Amerikan televizyonu için yaratıcı, adeta Fransız sinemasına, Catherine Breillat’ya öykünen, farklı bir tavır. Hannah’nın, Adam’ın, Marnie’nin, Shoshanna’nın kendilerini nasıl ifade ettiklerini seks üzerinden okumak önemli, en çarpıcı, en doğrudan ifade biçimi olarak koyuyor bunu Dunham. Öte yandan Dunham’ın tek güçlü yanı bu değil. Diyaloglarda kimi bölümlerde tutturduğu düzey müthiş. Örneğin bu sezon iki kişi kavga ederken tutturulan düzey mükemmeldi. İlk bölümden son bölüme kadar seyircinin “haklı-haksız” algılarıyla nefis oynadı. Örneğin tartışmada ilk büyük salvoyu yapan önce izleyiciyi yanına çekiyor, kısa süre sonra da karşıdan daha güçlü bir salvo geliyor ve izleyiciyi tam anlamıyla “tarafsız” bırakıyor. Ray ve Shoshanna’nın, Thomas’la Jessa’nın ayrılık sahnelerindeki dramatik gel-gitler nefisti, Youtube’dan hatırlamak için tekrar izlenecek cinsten. Marnie ve Adam’ın bazı konuşmaları da bunlar arasına girebilir.
Kavgalar dışında da Dunham’ın diyaloglarıyla vardığı zirve dördüncü bölüm olan “It’s A Shame About Ray” oldu. Neredeyse tamamı bir yemek masası etrafında geçen bir bölümü nasıl kontrol altında tuttuğu, Dunham’ın yeteneğinin bu sezondaki en büyük göstergelerinden birisiydi. Gerçek şu: “Girls”ün en formda hali Woody Allen veya Whit Stillman benzeri New York komedi/dramlarıyla minimal meseleleri merkeze alan Amerikan bağımsızlarına yakın durduğu anlar. İşler ciddileşmeye başladığında ise Dunham kontrolü kaybediyor. Diyaloglara eyvallah, ama iş dramatürjiye geldiğinde Dunham’ın biraz daha pişmesi gerekiyor. Dizinin ikinci sezonunun sonuna doğru aniden gelen dramatik değişimler sanki diziyi kurtarmak için dan diye tepeden inmiş hamleler gibi durdular. Bir dizinin 19. bölümünde ana karakterin obsesif kompülsif bozukluğunu (OCD) öğrenmek, daha önce bir barda spoken-word müzik yapmasından başka bir çabasını görmediğimiz bir karakterin birden bir app üretip köşeyi dönmesi Dunham’ın büyük resmi planlamadığını hissettiren hamleler oldu.
“Girls”ün ikinci sezonu ilkinin gerisinde kaldı ama yine de televizyondaki en keyifli, en sinir bozucu, en tartışmalı birkaç işten bir tanesi olduğu kesin. İkinci sezonda da pek çok şey ilkinin daha büyüğü gibiydi. Soundtrack'te daha büyük gruplar yer aldı, daha fazla ünlü oyuncu yan rollerde göründü, Lena Dunham daha çok ekran süresini çıplak geçirdi. Sorun, belki Lena Dunham’ın dizisini iyi yapan şeyin ne olduğu konusunda yanlış bir fikre sahip olması. Ya da belki de Lena Dunham’a Altın Küreleri biraz erken verdiler.
“Girls”ün ilk bölümleri yayınlandığıandan itibaren Lena Dunham’ın tartışma yaratmaya teşne bir sanatçı olduğu belli olmuştu. İlk bölümün en büyük tartışması “Bu dizide neden siyahlar yok?” iken Dunham ikinci sezonu Donald Glover’la bir sevişme sahnesiyle başlattı. Sanırım bu tavır, “Girls”ün ikinci sezonunun tonunu belli eden bir göstergeydi. Dunham dokununca yanan yaralara basmaktan keyif aldığını fark etti. Bunları ahlakçılıkla yazmıyorum. Televizyonlarımızı temiz tutmalı falan değiliz, ya da “Amerika’da RTÜK yok mu?” çağrısı yapmıyorum. Ama Dunham’ın “yapıyorum çünkü yapabilirim” tavrı, sanki enerjisini karakterlerine veya olay örgüsüne değil de “bu bölümde daha ne kadar zorlayıcı olabilirim”e harcamaya başladığını hissettirdi.
Elbette “Girls”ün ikinci sezonunda belirginleştirdiği bir tavrı, kişilerin karakterlerini cinsel ilişkiler üzerinden okuması Amerikan televizyonu için yaratıcı, adeta Fransız sinemasına, Catherine Breillat’ya öykünen, farklı bir tavır. Hannah’nın, Adam’ın, Marnie’nin, Shoshanna’nın kendilerini nasıl ifade ettiklerini seks üzerinden okumak önemli, en çarpıcı, en doğrudan ifade biçimi olarak koyuyor bunu Dunham. Öte yandan Dunham’ın tek güçlü yanı bu değil. Diyaloglarda kimi bölümlerde tutturduğu düzey müthiş. Örneğin bu sezon iki kişi kavga ederken tutturulan düzey mükemmeldi. İlk bölümden son bölüme kadar seyircinin “haklı-haksız” algılarıyla nefis oynadı. Örneğin tartışmada ilk büyük salvoyu yapan önce izleyiciyi yanına çekiyor, kısa süre sonra da karşıdan daha güçlü bir salvo geliyor ve izleyiciyi tam anlamıyla “tarafsız” bırakıyor. Ray ve Shoshanna’nın, Thomas’la Jessa’nın ayrılık sahnelerindeki dramatik gel-gitler nefisti, Youtube’dan hatırlamak için tekrar izlenecek cinsten. Marnie ve Adam’ın bazı konuşmaları da bunlar arasına girebilir.
Kavgalar dışında da Dunham’ın diyaloglarıyla vardığı zirve dördüncü bölüm olan “It’s A Shame About Ray” oldu. Neredeyse tamamı bir yemek masası etrafında geçen bir bölümü nasıl kontrol altında tuttuğu, Dunham’ın yeteneğinin bu sezondaki en büyük göstergelerinden birisiydi. Gerçek şu: “Girls”ün en formda hali Woody Allen veya Whit Stillman benzeri New York komedi/dramlarıyla minimal meseleleri merkeze alan Amerikan bağımsızlarına yakın durduğu anlar. İşler ciddileşmeye başladığında ise Dunham kontrolü kaybediyor. Diyaloglara eyvallah, ama iş dramatürjiye geldiğinde Dunham’ın biraz daha pişmesi gerekiyor. Dizinin ikinci sezonunun sonuna doğru aniden gelen dramatik değişimler sanki diziyi kurtarmak için dan diye tepeden inmiş hamleler gibi durdular. Bir dizinin 19. bölümünde ana karakterin obsesif kompülsif bozukluğunu (OCD) öğrenmek, daha önce bir barda spoken-word müzik yapmasından başka bir çabasını görmediğimiz bir karakterin birden bir app üretip köşeyi dönmesi Dunham’ın büyük resmi planlamadığını hissettiren hamleler oldu.
“Girls”ün ikinci sezonu ilkinin gerisinde kaldı ama yine de televizyondaki en keyifli, en sinir bozucu, en tartışmalı birkaç işten bir tanesi olduğu kesin. İkinci sezonda da pek çok şey ilkinin daha büyüğü gibiydi. Soundtrack'te daha büyük gruplar yer aldı, daha fazla ünlü oyuncu yan rollerde göründü, Lena Dunham daha çok ekran süresini çıplak geçirdi. Sorun, belki Lena Dunham’ın dizisini iyi yapan şeyin ne olduğu konusunda yanlış bir fikre sahip olması. Ya da belki de Lena Dunham’a Altın Küreleri biraz erken verdiler.
Süper yorum, katılıyorum.
ReplyDelete