Thursday, July 19, 2012

best coast - the only place



best coast'un son albümü "the only place" için geldim.. herkes sevdi mi acaba bu albümü benim kadar? herkes o kadar sevmemiş tabi biliyorum ama nasıl olur böyle bir şey anlamıyorum.. lafı dolandırmanın anlamı yok, şeker gibi, kaymak gibi bir albüm bu. foals'un "total life forever"ını dinlediğimde yaşadığıma benzer bir deneyim oldu "the only place" benim için. onların da ilk albümünü pek sevmemiştim, ikinci albümü de "öylesine" edinip dinlemiştim ve şahane bir sürpriz olmuştu 2010'da benim için. best coast'un ilk albümü "crazy for you" iki yıl önce çıktığında "eh işte" demiştim ve birkaç dinleyişten sonra bırakmıştım. ama şimdi aylardır müdavimi oldum. "pop böyle olsun, ciğerimi yesin" demek istiyorum!

"how they want me to be"yi gece yatmadan önce açın, sabaha kadar çalsın siz uyurken.. uyumak istemediğiniz zaman da şarkınız "up all night".. albümün her yerinden mutluluk, neşe, güneş, deniz fışkırıyor resmen; sözler her zaman neşeli olmasa da.. ki kim takar sözleri albümün size verdiği enerji dağları denizleri aşarken!

beach house, the shins vb. çok iyi albümlerle geldi bu sene şimdiye kadar; beğeniyle dinledim, dinliyorum.. ama "the only place" aradan sıyrılarak kendimi en iyi hissettiren albüm olarak kayıtlara geçti bile..


görmeyeli blogger'ın şekli şemali değişmiş bu arada.. güzel olmuş..

Sunday, July 15, 2012

One Love, sıfır promil

"Şimdi buz gibi bir bira ne iyi giderdi! Ne, burada bira yok mu? Hiç mi yok? Hani küçük kutulardan da mı yok? Hassiktir be!" 

Dün Ricky Wilson'ın sahnedeyken yaptığı bu alaycı konuşma One Love'ın ilk gününün özetiydi. Grubu Kaiser Chiefs çalarken sahneyi terk edip seyircilerin arasından VİP alanına girmesi, elindeki birayı önce kafasına dikmesi, kalanı da izleyiciye vermesi ise bizim konserler tarihimizin en unutulmaz anlarındandı.

Çok değil, üç-beş saat öncesinde sıkı bir son dakika golü yemişti festivalciler. Bu yazın alternatif müzikteki en büyük festivali One Love'da alkol satışı yapılmayacaktı. Son bir hafta sağ kanattan dalga dalga gelen akınlar sonrasında festivalin yapılmasına bile "şükretmek" gerekiyordu belki. Beklenmedik bir gol değildi yani.

Zaten memleketin son yıllarına bakılınca hiç beklenmedik bir gol değildi bu. "Ramazan'da konser olmaz" konusunu bile tartışabilecekken "Ramazan'dan beş gün önce festival olmaz" tartışılmaz bir realite oldu. Bir iki yıl öncesine kadar aklımıza gelmeyen ezan sırasında konseri durdurma olağan hale geldi, dün itibariyle gördüğümüz üzere beş vakit ezan saatlerine göre sahneler ayarlanır oldu.

One Love alkolsüz ilk festival değildi. Daha geçen hafta izlediğim Antony Hegarty konserinde de (Caz Festivali'ndeki pek çok konser ve Cemil Topuzlu'dakilerin tamamında olduğu gibi) içmemiştik. İçmesek ölmüyoruz yani. Kimin tarafından kurulduğunu henüz bilemediğim Eyüplüler'in iddia ettiği üzere "bira festivali" değildi One Love, "müzik festivali"ydi. Dün kapıdan dönmeyip akşama kadar kalıp eğlenen çoğunluk en azından bunu kendine ispat etti. Kendine diyorum çünkü "çoğunluk" bunu dinlemeyecek. Onlar, yani Yiğit Bulut ve şurekası gibi, "Biz yaptık ve oldu" diyecekler, bunun haklı gururunu yaşayacaklar.

Zaten acı verici olan da bu. Konserlerde bira içmeyiz, mesele değil. Mesele, çok yakın zamanda bu meselenin kimseye zarar vermeden sürdürdüğümüz hayat standartlarımızdan eksilttiğimiz başka bir madde haline gelecek olması. Mesele, çok değil, bir gazete, bir belediye başkanı ve galeyan konusunda "başarıları" tescilli halkımın mıknatıs gibi çekilmeleriyle başlayan orta çapta bir tepkinin 11 yıllık bir geleneği sadece 4 gün içinde bitirmesi. Mesele, bu gözdağının verilmesi, bu güç gösterisinin yapılması. O kadar güçlüler ve o kadar güçsüzüz ki, "Biz izin verdiğimiz kadar buradasınız" diyebiliyorlar. İçeride değil, dışarıda bira içebilmemiz bunun göstergesiydi zaten. Dün olan, boynumuzdaki tasmanın çok değil, bir tık daha sıkılmasıydı. Asıl korkutucu olan daha fazlasını yapabilecek olmaları. Muktedirin insafına emanet oluşumuz. Twitter'da sinir stresimizi attıktan sonra reel dünyada bir fark yaratamayacağımızın farkında oluşumuz.

Oysa ne demişti Pulp?
"Hayatını yaşama hakkın için ölümüne savaşman gerekir."

Tuesday, July 10, 2012

İbadet gibi: Antony

Fotoğraf: Muammer Yanmaz (İKSV) 

Alemdeki en büyük Antony Hegarty hayranı değilim. Albümlerine sevgim, personasına ilgim, sesine hayranlığım var o kadar. Ama dünkü konsere gitmek için gerçekten bir çaba sarf ettim. Artık konser enflasyonunun, hayalini kurduğumuz isimlerin çok da bekletmeden çıkıp gelmelerinin yarattığı mini şımarıklığın olduğu zamanlarda bu his pek gerçekleşmiyor. Gerçekten de "Aman boşver, seneye yine gelir" diyebiliyoruz veya gerçekten özel bir konser olacağını hissetmediğimiz geceler evden çıkmamayı tercih edebiliyoruz. Dün akşam bunu yapmadım. Atilla Dorsay'ın festivalde film seçen sinefillere dair dediği gibi "bir içgüdü geliştiriyoruz galiba."

Ailevi bir sebepten festivaller, konserler, tatiller, uzun yollar derken pek çok planın iptal olduğu bir yaz yaşıyorum. Asıl meselenin o planların iptal edilmesi değil, o planların iptal edilmesine sebep olan sağlık problemi olması elbette içimi dolduran. Antony konserine kadar bunu biliyordum. Ama şehir dışından geliş uçağımı konserin başlangıç saatine göre ayarlamasını neden yaptım, onu o kadar da düşünmemiştim. THY rötarı, elbette trafik, bir sebepten Taksim'de biriyle buluşmanın kaybettirdiği zaman ve pek çok şey. Belki sadece bisine yetişebileceğimi bile bile koşturmak. Ve Harbiye'ye, o anda Antony'nin samimi ama destansı tiradlarını kahkahalar içinde ve alkışlarla dinleyen Harbiye'ye ulaşmak. Elli dakika geçirdim Antony ile. O elli dakikada içimi dolduran ne varsa boşalttı bu büyük insan. Sanki bir konser değildi, ruhani bir deneyimdi, ibadet gibi bir arınma seansıydı. Özel konserlerin çoğunda yaşadığım "kalabalık değil birlik olma" duygusunun aksine tek olma, kendin dahil her şeyden kopma tecrübesiydi. Ağladım, dolu dolu değil ama için için ağladım. "Ghost"un ilk dizelerinin ardından "Öldüğümde ruhuma bu sözleri söyleyeceğim" cümlesini gülerek söyleyebilen bu büyük yürekli insanın karşısında, yakınında olabildiğim için mutlu olarak ağladım galiba.

Bu konser bir manifestoydu bir anlamda. O kısmını da güzellikle kaleme alanlar var. Ben bu konserin farkında olmadan neden ihtiyaç duyduğum bir tecrübe olduğunu idrak edişimi anlatmak istedim. Eh, sanırım haksız değilim, toplu değil bireysel bir tecrübeydi bu. Eğer koca bir bütün olabilseydik, Antony'nin konuşmasına en arkalardan "Musiiic" diye bağıracak kadar "anlayışsız" birilerini çıkarır mıydık aramızdan?

Şekilsizler

Kendi dünyalarına uyduramadıkları hiçbir şeye tahammülü olmayanlara ithafen...


Şekilsizler, kusurlular, uyumsuzlar
Kırık bisküvilerle büyütülmüşler
Sizin gibi görünmüyoruz
Sizin yaptığınız şeyleri yapmıyoruz
Ama biz de burada yaşıyoruz
Gerçekten!

Şekilsizler, kusurlular, uyumsuzlar
Şehre gitmek isteriz ama risk alamayız
Çünkü bizi dışarıda tutmak isterler
Ayrı durduğun için yersin yumruğu ağzının ortasına
Gerçekten!

Abiler, ablalar, göremiyor musunuz?
Gelecek sana ve bana ait
Sokaklarda kavgalar olmayacak
Bizi yeneceklerini sanıyorlar ama
İntikam çok tatlı olacak

Bir hamle yapıyoruz
Hem de şimdi yapıyoruz
Kenardan oyuna giriyoruz
Kaldırın ellerinizi – bu bir baskındır
Evlerinizi istiyoruz, hayatlarınızı istiyoruz
Bize izin vermeyeceğiniz şeyleri istiyoruz
Silah kullanmayacağız, bomba kullanmayacağız
Bizde sizden fazla olan tek şeyi kullanacağız
O da bizim aklımız 

(Mis-Shapes/Pulp, 1995)