Ayarlasam bu kadar denk gelmezdi. Geçen hafta bu sabah tatlı bir yorgunluk içindeydim. Önceki gece yarısı Madonna konserinden eve dönüp valiz toplama işine girişmiş, haliyle neredeyse sabaha karşı yatmıştım. Öğlen uçuş vardı ve yarım mesai için ofisteydim. İstikamet altı günlüğüne Barcelona olacaktı. Nedense o ana kadar yapmadığım bir Songkick ziyareti sonucu kentte hangi konserler olacak bakarken gerçek kafama dank etti. The Stone Roses'ın 16 yıl aradan sonra çıkacağı ilk turne o akşam Barcelona'nın Razzmatazz sahnesinde başlıyordu!
Konser tabii ki sold-out'tu. Viagogo, Seatwave? Hiçbirisinde tık yoktu. Belki biraz daha erken harekete geçsem basın listesi şansım olabilirdi ama son gün böyle bir ihtimal pek de mantıklı değildi. Ama belki de kapıda şansımı deneyebilirdim?
Eşime belli etmesem de üç saatlik yol tamamen bu düşüncelerle geçti. Tabii tatildeki beş gecemizden birisini karaborsa sıralarında ve bir konserde geçireceğimizi kendisine doğru bir şekilde anlatmam da gerekliydi!
Barcelona anılarını buralara yazarım, o yüzden uçaktan otele gidişimizi falan anlatmaya gerek yok burada. Razzmatazz'a vardığımızda (ki metroda Oasis tişörtlü çocuğu takip ettiğimizden mekanı bulmamız zor olmadı) karaborsacılar sokağın başını tutmuşlardı bile. Ufak bir pazarlıktan sonra iki bilet için 90 euro'da anlaştık (gişe fiyatı 55 euro'ydu, demek ki dünyanın her yerinde bir şekilde bedava bilet ele geçirip ucuza satma işi var). Pazarlık kuralıdır, aldığınız fiyat karşıdakini memnun ettiğine göre hep daha ucuza alabilirdim dersiniz. Neyse, Avrupa genelinde bir konsere 45 euroya bilet bulabilmek, hele hele bu yazın Avrupa'da en çok merak edilen grubunun 1900 kişilik kapasiteli bir kulüp konserine bilet bulabilmek, hele hele konserden 12 saat önce haberdar olmuşken!
Razzmatazz birden çok salona sahip, Barcelona'nın geleneksel olarak en hip mekanlarından birisi. Gecenin sonunda bir başka salonunda Madchester partisi vardı mesela. Konser salonu ise yüksek sahneli, balkonuyla beraber iki katlı ve yüksek tavanlı, biraz hangar genişliğine sahip, kutu gibi bir mekan. Sahne yüksekliği önemli, zira yurtdışında konser izleyenler bilirler, boy ortalaması olarak Avrupalılar bizim epeyi üzerimizdedir ve sahneyi görebilmek için mümkün olduğunca yakın olmak zorundasınızdır (Singapur'da konser izlediğimizde böyle bir sorunu hiç yaşamadığımızı da eklemeliyim). Ama Razzmatazz'ın en arkasında durduğumuz halde sahneyi nefis gördük.
Konser bir Manchester grubuna yakışacak bir seyirci coşkusuyla başladı. Hatırı sayılır kısmı İngiliz olan kalabalık The Stone Roses'ı adeta sahaya çıkmış bir futbol takımı gibi karşıladı. Mani basını eline alıp "I Wanna Be Adored"un ilk notalarını çalmaya başlayınca gürültü katlandı ve John Squire şarkıya dahil olduğunda seyirci bir tribün tezahüratıymışçasına "ooo"larla riff'e eşlik etti. Ian Brown'ın vokallerinin de açıkça bastırıldığını söylemeye gerek yok herhalde...
İşte 16 yıl aradan sonra ilk defa tam bir konser için sahnedeydi The Stone Roses. Onlar ortada yokken Madchester tamamen bitmiş, kendilerinden etkilenen Britpop en azından kıtayı ele geçirmiş, birkaç İngiliz filmi Oscar almış, John Peel ölmüş ve Reni'nin dediği gibi Manchester City şampiyon olmuştu. Ama bunların önemi yoktu sanki. Tüm zamanların en güzel ilk albümlerinden birisi olan "The Stone Roses" ilk günkü kadar tazeydi, o şarkılar her zaman bizimleydi ve en güzeli, hep bir ağızdan söylendiğinde çok daha güzel gidiyordu.
Ian Brown'ın ağır aksanından dolayı şarkı arasındaki anonsları pek anlayabildiğimi söyleyemem, ama kendisinin sahne enerjisi ve duruşu Liam Gallagher'ın kariyerini kime borçlu olduğunun göstergesiydi. Mani deseniz, Reni ile birlikte Britanya gitar müziği tarihinin en funky groove'larını işletmekten memnundu. John Squire hep olduğu gibi sessiz sedasız işini yaptı ama keyfi yerinde görünüyordu. Savaş baltaları gömülmüştü, en azından bir sonraki büyük kavgalarına kadar...
Uzatılmış nefis bir "Fools Gold" versiyonu, beklediğimden daha enerjik çalınan "Love Spreads," en sevdiğim The Stone Roses şarkıları "Sally Cinnamon" ve "Made of Stone" konserin zirveleriydi. Bir de "This is the One." Ve bir de "Waterfall." Ve... Neyse. "Love Spreads"in arkasından sahne arkasına gitti Roses. Pek huyları değildir ama geri döndüler ve bir biste "I Am The Resurrection" çaldılar. Şanslı olduğumuzu birkaç gün sonra anlayacaktık. Konserin sonlarında Liam Gallagher'a da selam çaktı Ian Brown, üst katta, ses masasının orada izlemiş tüm konseri. Bir anda tüm salon ona döndü, o kalabalığı selamladı. Şanslı olanlarımız fotoğraf çektirdi onla. Yeterince sabırlı olanlar ve dışarıda bekleyenler The Stone Roses elemanlarını da yakalamışlar, Twitter'da gördük.
Tesadüf, o sabah Twitter'da Sesim Gökmen ile konuşurken yaz planları muhabbeti dönmüştü. "E Stone Roses'ı nerede yakalayacaksınız?" dediğinde "Hiçbir yerde" demiştim. Sesim'den şimdi "Londra'ya ne zaman yerleşeceksin?" sorusunu bekliyorum!
Konserde çektiğim "This Is The One" videosu. Yüksek kalitede olmadığını biliyorum ama en azından grubun ve kalabalığın ruhuna dair ipucu veriyor.
Stone Roses @ Razzmatazz, Barcelona setlist
Konser tabii ki sold-out'tu. Viagogo, Seatwave? Hiçbirisinde tık yoktu. Belki biraz daha erken harekete geçsem basın listesi şansım olabilirdi ama son gün böyle bir ihtimal pek de mantıklı değildi. Ama belki de kapıda şansımı deneyebilirdim?
Eşime belli etmesem de üç saatlik yol tamamen bu düşüncelerle geçti. Tabii tatildeki beş gecemizden birisini karaborsa sıralarında ve bir konserde geçireceğimizi kendisine doğru bir şekilde anlatmam da gerekliydi!
Barcelona anılarını buralara yazarım, o yüzden uçaktan otele gidişimizi falan anlatmaya gerek yok burada. Razzmatazz'a vardığımızda (ki metroda Oasis tişörtlü çocuğu takip ettiğimizden mekanı bulmamız zor olmadı) karaborsacılar sokağın başını tutmuşlardı bile. Ufak bir pazarlıktan sonra iki bilet için 90 euro'da anlaştık (gişe fiyatı 55 euro'ydu, demek ki dünyanın her yerinde bir şekilde bedava bilet ele geçirip ucuza satma işi var). Pazarlık kuralıdır, aldığınız fiyat karşıdakini memnun ettiğine göre hep daha ucuza alabilirdim dersiniz. Neyse, Avrupa genelinde bir konsere 45 euroya bilet bulabilmek, hele hele bu yazın Avrupa'da en çok merak edilen grubunun 1900 kişilik kapasiteli bir kulüp konserine bilet bulabilmek, hele hele konserden 12 saat önce haberdar olmuşken!
Razzmatazz birden çok salona sahip, Barcelona'nın geleneksel olarak en hip mekanlarından birisi. Gecenin sonunda bir başka salonunda Madchester partisi vardı mesela. Konser salonu ise yüksek sahneli, balkonuyla beraber iki katlı ve yüksek tavanlı, biraz hangar genişliğine sahip, kutu gibi bir mekan. Sahne yüksekliği önemli, zira yurtdışında konser izleyenler bilirler, boy ortalaması olarak Avrupalılar bizim epeyi üzerimizdedir ve sahneyi görebilmek için mümkün olduğunca yakın olmak zorundasınızdır (Singapur'da konser izlediğimizde böyle bir sorunu hiç yaşamadığımızı da eklemeliyim). Ama Razzmatazz'ın en arkasında durduğumuz halde sahneyi nefis gördük.
Konser bir Manchester grubuna yakışacak bir seyirci coşkusuyla başladı. Hatırı sayılır kısmı İngiliz olan kalabalık The Stone Roses'ı adeta sahaya çıkmış bir futbol takımı gibi karşıladı. Mani basını eline alıp "I Wanna Be Adored"un ilk notalarını çalmaya başlayınca gürültü katlandı ve John Squire şarkıya dahil olduğunda seyirci bir tribün tezahüratıymışçasına "ooo"larla riff'e eşlik etti. Ian Brown'ın vokallerinin de açıkça bastırıldığını söylemeye gerek yok herhalde...
İşte 16 yıl aradan sonra ilk defa tam bir konser için sahnedeydi The Stone Roses. Onlar ortada yokken Madchester tamamen bitmiş, kendilerinden etkilenen Britpop en azından kıtayı ele geçirmiş, birkaç İngiliz filmi Oscar almış, John Peel ölmüş ve Reni'nin dediği gibi Manchester City şampiyon olmuştu. Ama bunların önemi yoktu sanki. Tüm zamanların en güzel ilk albümlerinden birisi olan "The Stone Roses" ilk günkü kadar tazeydi, o şarkılar her zaman bizimleydi ve en güzeli, hep bir ağızdan söylendiğinde çok daha güzel gidiyordu.
Ian Brown'ın ağır aksanından dolayı şarkı arasındaki anonsları pek anlayabildiğimi söyleyemem, ama kendisinin sahne enerjisi ve duruşu Liam Gallagher'ın kariyerini kime borçlu olduğunun göstergesiydi. Mani deseniz, Reni ile birlikte Britanya gitar müziği tarihinin en funky groove'larını işletmekten memnundu. John Squire hep olduğu gibi sessiz sedasız işini yaptı ama keyfi yerinde görünüyordu. Savaş baltaları gömülmüştü, en azından bir sonraki büyük kavgalarına kadar...
Uzatılmış nefis bir "Fools Gold" versiyonu, beklediğimden daha enerjik çalınan "Love Spreads," en sevdiğim The Stone Roses şarkıları "Sally Cinnamon" ve "Made of Stone" konserin zirveleriydi. Bir de "This is the One." Ve bir de "Waterfall." Ve... Neyse. "Love Spreads"in arkasından sahne arkasına gitti Roses. Pek huyları değildir ama geri döndüler ve bir biste "I Am The Resurrection" çaldılar. Şanslı olduğumuzu birkaç gün sonra anlayacaktık. Konserin sonlarında Liam Gallagher'a da selam çaktı Ian Brown, üst katta, ses masasının orada izlemiş tüm konseri. Bir anda tüm salon ona döndü, o kalabalığı selamladı. Şanslı olanlarımız fotoğraf çektirdi onla. Yeterince sabırlı olanlar ve dışarıda bekleyenler The Stone Roses elemanlarını da yakalamışlar, Twitter'da gördük.
Tesadüf, o sabah Twitter'da Sesim Gökmen ile konuşurken yaz planları muhabbeti dönmüştü. "E Stone Roses'ı nerede yakalayacaksınız?" dediğinde "Hiçbir yerde" demiştim. Sesim'den şimdi "Londra'ya ne zaman yerleşeceksin?" sorusunu bekliyorum!
Konserde çektiğim "This Is The One" videosu. Yüksek kalitede olmadığını biliyorum ama en azından grubun ve kalabalığın ruhuna dair ipucu veriyor.
Stone Roses @ Razzmatazz, Barcelona setlist
I Wanna Be Adored
Sally Cinnamon
Mersey Paradise
Ten Storey Love Song
Ten Storey Love Song
Where Angels Play
Shoot You Down
Waterfall
Fools Gold
Standing Here
She Bangs The Drums
Made Of Stone
This Is The One
Waterfall
Fools Gold
Standing Here
She Bangs The Drums
Made Of Stone
This Is The One
Love Spreads
I Am The Resurrection