Sunday, July 24, 2011

amy winehouse (1983-2011)

ingiltere'ye dair en sevdiğim şeylerden birisi, popüler müziği kültürlerinin en temel parçalarından birisi olarak kabul etmeleridir. bugün londra'daki bir hediyelik eşyacı dükkanına girdiğinizde kırmızı telefon kulübelerinin, big ben'in, buckingham sarayı'nın yanında the beatles veya the who ürünleri de bulursunuz. punk'ları da hatıra tabaklarının üzerinde görebilirsiniz. satılan tişörtlerin üzerinde sid vicious veya pete doherty de vardır. yerleşik ahlak anlayışının dışında yer alan figürleri de ülkenin kültürel mirasının bir parçası olarak kabul ederler.

ingiliz toplumunda kate moss'u kült figür yapan bir şey vardır. eğer naomi campbell'ın değil, onun yüzü varsa tişörtlerde, toplum, endüstri, koşullar ne der diye bakmadan hayatını yaşadığı içindir. amy winehouse da öyleydi. camden town'da bir tur attığınızda amy winehouse saçlı kızların sayısına inanamazsınız. aslında onun saçlarını, piercing'ini, giyim kuşamını taklit eden kızlar, amy'nin ne yaptığını düşünmeden yaşadığına özendiklerini gösterdiler bu şekilde. amy hareketlerine anlam katmaya, diğerlerinin hakkında ne düşündüğüne bakmadı. peşinden gelenler bu şekilde onun gibi olmak istediler.

amy geçen ay sırbistan'da sahneye çıktığında ne halde olduğunu umursamıyordu. ayrıldığı blake fielder-civil'e hala mesajlar atarken de kimin ne düşündüğünü takmıyordu. zaten son nefesini verdiğinde göğsünde hala blake'in adı vardı. ikisi birlikte dibe vurdular, blake yükseldi, amy kaldı. sıçramayı reddetti. bir tatilinde yerlerde sürünerek diğer tatilcilerin içkilerini arakladı. onun çöküşünü birinci sayfadan verebilmek için kapısının önüne yığılan medya ordusundan bir sigara isteyip içeri geri kaçtı. kendisinden bir röportaj koparan rolling stone muhabirine blake'e nasıl sakso çektiğini fotoğraflı olarak anlattı. ayakta duramayacağı kadar uçuştayken sahneye çıktı, kötüydü, ama kendisiydi. kendisindeyken çıktığında da taciz edildiğinde elemanı nasıl da yumrukladı ama! amerika'ya giremedi, "back to black"in topladığı grammy'leri kargoyla yolladılar ona.

amy'nin ölümü de yaşamı gibi oldu. açık açık "rehabilitasyona girmemi istiyorlar ama gitmem" dedi, "bela olduğumu söylemiştim, benden artık kimseye hayır gelmez" dedi. biz bunu bile bile sevdik onu. o hayatını yaşadı, hayatını söyledi ve finali de ona uygun şekilde oldu. ölümüne üzüldüm, çünkü "back to black" gibi bir başyapıt olmayacak bir daha. o dumanlı sesten daha fazla nota duyamayacağız. ama ölümüne amy adına üzülmedim. onun yaşadığı hayat bu dünyaya uyan bir hayat değildi. kurt gibi, janis gibileri "normal" çevrimlerde yaşamazlar hayatı. bu dünya onlara uymaz, onlar bu dünyaya. amy ve onun gibiler yaşarlar, aydınlatırlar, ilham verir ve giderler. bizim gibiler, camden town'da saçlarını amy gibi yapanlar, yani "yarı-uyum sağlayabilmişler," kendisi çemberin içinde, kafası dışarıda olanlar, ışığından feyz aldı, sonsuzda yankılanacak sesinden. ve hayatına döndü. amy daimi karanlığa giderken.

Wednesday, July 6, 2011

wolf parade'den veda..


günümüz dünyasında hiç bir gruba bel bağlamamak lazım sanırım.. çok sevip her yeni albümden sonra sıradaki albümü heyecanla beklememek lazım.. son bir yılda sevdiğim kaç grubun dağıldığı haberini aldım hatırlamıyorum ama sanırım içlerinde en çok wolf parade üzdü beni.. "bu taraflara gelirler mi acaba, tur tarihlerine bakayım" diye internet sitelerine girdiğimde bu röportajın linkiyle karşılaştım.. spencer ve dan yan projelerine daha fazla zaman ayırabilmek için ara vermişler üç albümü de ayrı ayrı şahane olan sevgili grubuma.. wolf parade'in ne olacağı belirsizmiş, zira artık yeni şeyler yapamadıklarını farketmişler.. spence ve dan yine bir araya gelir mi bilmem ama muhtemelen bir daha beraber görmeyeceğiz bu grubu..


aslında içten içe böyle bir şey bekliyordum bu adamlardan belki de.. sırf isimleri yürüsün, 40 yıl devam etsin grup diye aynı şeyleri yapmaya devam etmeyeceği belliydi bu "sanatçıların".. wolf parade'in hiçbir zaman arcade fire misali ortalığı yıkmadığı gerçeği de etkili olmuştur belki kararlarında (gerçi son yıllarda hangi grup arcade fire gibi kopup gitti ki?).. ama yine de bu grubun çok sağlam kemik bir kitlesi vardı ve onlar hüzün içindeler şu anda.. benim gibi onları bir kez olsun canlı izleyememiş bahtsızlar iyice perişan durumdalar.. haberi okuduğumda birkaç dakika için müziğe olan inancımı yitirdiğimi hissettim, "ben de müzik dinlemeye ara vereyim o zaman anasını satayım" dedim kendi kendime (cidden, çünkü son yıllarda beni wolf parade kadar coşturan, zıplatan, bağıra bağıra şarkı söyleten bir grup olmadı). şimdi biraz daha sakinim..


gerçeklikle yüzleşmem lazım.. el mahkum, spencer'ı moonface'te, dan'i handsome furs'de izlemekle avunmak durumundayız.. kendilerine "apologies to the queen mary", "at mount zoomer" ve "expo 86" için sonsuz teşekkürlerimi sunuyor, eski yan, yeni ana projelerinde başarılar diliyorum.. kendime de "as if you didn't know that it would sting, kissing the beehive" diyorum..

Friday, July 1, 2011

manic street preachers ne çalar?

istanbul'un bu yaz göreceği en güzel konserlerin birkaçı bu hafta sonu santralistanbul'da olacak. suede, happy mondays, editors ve benim için en önemlisi manic street preachers. geçen ay nicky wire ile yaptığım röportaj şu an piyasadaki blue jean'de yer alıyor (dergi piyasadayken yazıları buradan paylaşmayı doğru bulmadığım için blogda yok). boş geçmiş olmayalım, q'da manics'in son konserlerinden birisinin setlisti ve konuşmayı seven efsane basçının yorumlarını paylaşalım... (elbette bu bir solo konser olmayacağı için bu kadar görkemli bir set olmayacak, ama yine de nasıl bir havuzdan şarkı seçtiklerini göstermesi açısından anlamlı)