Vampire Weekend
ilk albümünde “üniversite müziği” yapan bir grup olarak tanımlanmıştı. O
hesapla “Contra” grubun master’ı, “Modern Vampires of the City” ise doktorası
sayılır. Yanlış da sayılmaz. Bu gidişi bir çıta yükselmesi olarak algılamayın.
Vampire Weekend albümleri bir yol üzerinde ilerleyişi temsil ediyor.
Birbirlerinden daha iyi, daha üstün albümler değiller illa, ama birbirlerinin
üzerine koyarak gittikleri kesin. Ezra Koenig numarayı şöyle açık ediyor: “Tüm
albümlerimizi arka arkaya koyup dinlerseniz –ki bu pek uzun zamanınızı
almayacaktır- aralarındaki bağları fark edersiniz. Mesela bir albümün son
şarkısı diğer albümün ilk şarkısına kapı açar.” Şimdi kafanızda bir ampul
yandı. Yanmadıysa da “The Kids Don’t Stand A Chance”i ve sonrasında “Horchata”yı
dinleyin. “I Think UR A Contra” ve “Obvious Bicycle” ikilisini de. Yüzünüze bir
gülümseme oluşacak.
O gülümseme
“Modern Vampires of the City”yi ilk defa dinlediğim o Mayıs gününden beri,
albümü her dinleyişimde yüzümden eksik olmadı. Belki grubun en karanlık albümü,
baştaki ilerlemenin işaret ettiği gibi bir olgunlaşma, yaş alma mevzuu var, ama
bu albümü dinlerken mutlu oluyorum. Böyle bir albüm yapıldığı için, böyle bir
grup var olduğu için. Vampire Weekend'i seviyorum. Vampire Weekend'i sevmeyi
belki daha bile çok seviyorum.
Vampire
Weekend'in müziği de bir şeyleri sevmeyi sevmek üzerine gibi. İlk günlerinde
"Graceland"i indie ve punk'a kırdıran, bana "Rahat uyu Joe
Strummer, nihayet birileri seni doğru anladı" dedirten bir gruptular. Ya
da bizim tembelliğimize geldi, onların sadece Afrika taraflarını gördük. İkinci
albümden itibaren hikayeleri zarftan çıkan bir mektubun katlanarak açılması
gibi genişlemeye başladı. "Horchata"da tropikallik,
"Holiday"de punk enerjisi vardı mesela, ama beni çarpan asıl numara
"Taxi Cab"di. İlk albümün yaşadığı her günün tadını çıkaran 20'lerinin
başındaki delikanlısının birkaç yıl ilerisinde bir genç adam vardı o şarkıda.
Kimbilir kaç zaman önceki bir ana takılmış, en beklemediği anlarında yine
melankoliye teslim olan, sadece bir an'ı delicesine özleyen. Ezra Koenig
"Bana çok yakın duruyordun, geleceğimizin olması gerektiği gibi"
diyordu. Ve o hüznü bile seviyordu.
"Modern
Vampires of the City"de o duyguya bir şarkıdan daha çok bel bağlıyor
Vampire Weekend. Kapağında New York'un en puslu, hatta kirli günü var. Pek çok
şarkıda ölümden, yalnızlıktan bahsediliyor. Sözlere kulak kabartmazsanız pek
çok şarkıda bunu fark etmezsiniz, Smashing Pumpkins'in kelebek kanatlı
mermileri gibi bir durum söz konusu. Ama bu hüzün, bu melankoli kanatmıyor. Siz
o melankoliyi de seviyorsunuz. "Taxi Cab"in bir muadili sayabileceğimiz
"Step"te mesela, sadece Ezra Koenig'in değil, son yıllarda indie
rock'ın gördüğü en güzel iki dize var mesela:
"Bilgelik
bir armağandır, ama gençliği ona yeğlerdin
Yaşlanmak bir
onurdur, yine de ta kendisi değil gerçeğin."
"Step"
bu yılın en güzel şarkısı. Hip hop vuruşlarıyla eşsiz bir enerjisi var, fakat
bunun birazını Souls of Mischief'in "Step to My Girl"üne borçlu.
Şarkının açılış cümlesi Ezra'nın sevdiği bu grubun çok nadir bilinen bir
şarkısından alıntı. Yine "Step to My Girl"ün kullandığı bir sample GroverWashington Jr.'ın "Aubrey"si, "Step"in çeşitli anlarında
kullanılıyor. Ki o da Washington Jr.'ın orijinal şarkısı değil, onu da geriye
sardığınızda karşınıza 1970'lerin Hollandalı grubu Bread'in duygusal popballadı çıkıyor. Vampire Weekend dinlemek biraz da böyle bir tecrübe.
"Don't Lie"ı dinlerken 1970'lerin soul'unun melodileri gelebilir
aklınıza, "Finger Back"te U2'nun "Sunday Bloody Sunday"in
kulağını çınlatabilirsiniz. İki-üç şarkı çıkaracak fikrin bir şarkıya boca
edildiği parçalarla dolu bir albüm bu, "Worship You," "Ya
Hey" veya "Diane Young" buna örnek. İşte bu yüzden Vampire
Weekend'i sevmek müzik sevmek değil, müzikseverliği sevmek. "Diane
Young" demişken, Ezra Koenig parçada kullanılan ses efektlerini bir
insanın farklı zamanlarındaki ses tonları olarak tasarladıklarını anlatıyor.
Genç ölmekle uzun yaşamayı karşılaştırdıkları bir parçaya da böylesi bir buluş
çok güzel gidiyor.
Bir albümü
gerçekten çok sevdiğimde ve fazlasıyla dinlediğimde, yeni bir tura başlarken
"Hadi bakalım bu sefer hiç duymadığım bir şey duyayım, hiç fark etmediğim
bir detay yakalayayım" derim. "Modern Vampires of the City" beni
hiç sürprizsiz bırakmadı henüz. Mükemmel düşünülmüş, mükemmel yazılmış, (Rostam
Batmanglij'e teşekkürler) mükemmel kaydedilmiş bir albüm bu. Bakın mesela
"Step"in vokalleri kaydedilirken onlarca denemeye karşın nakaratlarda
ilk demo kullanılmış. Rostam'ın evinde Ezra'nın bir laptop'a kaydettiği o ilk
versiyona. Öyle ki, dışarıdan geçen trenin sesinin de kayıtta duyulabildiğini
söylüyor Batmanglij. "Yeterince dikkatli dinlerseniz fark
edebilirsiniz" diyor. Denemeye devam edeceğim.