Monday, July 29, 2013

Vampire Weekend - Modern Vampires of the City

Vampire Weekend ilk albümünde “üniversite müziği” yapan bir grup olarak tanımlanmıştı. O hesapla “Contra” grubun master’ı, “Modern Vampires of the City” ise doktorası sayılır. Yanlış da sayılmaz. Bu gidişi bir çıta yükselmesi olarak algılamayın. Vampire Weekend albümleri bir yol üzerinde ilerleyişi temsil ediyor. Birbirlerinden daha iyi, daha üstün albümler değiller illa, ama birbirlerinin üzerine koyarak gittikleri kesin. Ezra Koenig numarayı şöyle açık ediyor: “Tüm albümlerimizi arka arkaya koyup dinlerseniz –ki bu pek uzun zamanınızı almayacaktır- aralarındaki bağları fark edersiniz. Mesela bir albümün son şarkısı diğer albümün ilk şarkısına kapı açar.” Şimdi kafanızda bir ampul yandı. Yanmadıysa da “The Kids Don’t Stand A Chance”i ve sonrasında “Horchata”yı dinleyin. “I Think UR A Contra” ve “Obvious Bicycle” ikilisini de. Yüzünüze bir gülümseme oluşacak.

O gülümseme “Modern Vampires of the City”yi ilk defa dinlediğim o Mayıs gününden beri, albümü her dinleyişimde yüzümden eksik olmadı. Belki grubun en karanlık albümü, baştaki ilerlemenin işaret ettiği gibi bir olgunlaşma, yaş alma mevzuu var, ama bu albümü dinlerken mutlu oluyorum. Böyle bir albüm yapıldığı için, böyle bir grup var olduğu için. Vampire Weekend'i seviyorum. Vampire Weekend'i sevmeyi belki daha bile çok seviyorum. 

Vampire Weekend'in müziği de bir şeyleri sevmeyi sevmek üzerine gibi. İlk günlerinde "Graceland"i indie ve punk'a kırdıran, bana "Rahat uyu Joe Strummer, nihayet birileri seni doğru anladı" dedirten bir gruptular. Ya da bizim tembelliğimize geldi, onların sadece Afrika taraflarını gördük. İkinci albümden itibaren hikayeleri zarftan çıkan bir mektubun katlanarak açılması gibi genişlemeye başladı. "Horchata"da tropikallik, "Holiday"de punk enerjisi vardı mesela, ama beni çarpan asıl numara "Taxi Cab"di. İlk albümün yaşadığı her günün tadını çıkaran 20'lerinin başındaki delikanlısının birkaç yıl ilerisinde bir genç adam vardı o şarkıda. Kimbilir kaç zaman önceki bir ana takılmış, en beklemediği anlarında yine melankoliye teslim olan, sadece bir an'ı delicesine özleyen. Ezra Koenig "Bana çok yakın duruyordun, geleceğimizin olması gerektiği gibi" diyordu. Ve o hüznü bile seviyordu. 

"Modern Vampires of the City"de o duyguya bir şarkıdan daha çok bel bağlıyor Vampire Weekend. Kapağında New York'un en puslu, hatta kirli günü var. Pek çok şarkıda ölümden, yalnızlıktan bahsediliyor. Sözlere kulak kabartmazsanız pek çok şarkıda bunu fark etmezsiniz, Smashing Pumpkins'in kelebek kanatlı mermileri gibi bir durum söz konusu. Ama bu hüzün, bu melankoli kanatmıyor. Siz o melankoliyi de seviyorsunuz. "Taxi Cab"in bir muadili sayabileceğimiz "Step"te mesela, sadece Ezra Koenig'in değil, son yıllarda indie rock'ın gördüğü en güzel iki dize var mesela: 
"Bilgelik bir armağandır, ama gençliği ona yeğlerdin 
Yaşlanmak bir onurdur, yine de ta kendisi değil gerçeğin." 

"Step" bu yılın en güzel şarkısı. Hip hop vuruşlarıyla eşsiz bir enerjisi var, fakat bunun birazını Souls of Mischief'in "Step to My Girl"üne borçlu. Şarkının açılış cümlesi Ezra'nın sevdiği bu grubun çok nadir bilinen bir şarkısından alıntı. Yine "Step to My Girl"ün kullandığı bir sample GroverWashington Jr.'ın "Aubrey"si, "Step"in çeşitli anlarında kullanılıyor. Ki o da Washington Jr.'ın orijinal şarkısı değil, onu da geriye sardığınızda karşınıza 1970'lerin Hollandalı grubu Bread'in duygusal popballadı çıkıyor. Vampire Weekend dinlemek biraz da böyle bir tecrübe. "Don't Lie"ı dinlerken 1970'lerin soul'unun melodileri gelebilir aklınıza, "Finger Back"te U2'nun "Sunday Bloody Sunday"in kulağını çınlatabilirsiniz. İki-üç şarkı çıkaracak fikrin bir şarkıya boca edildiği parçalarla dolu bir albüm bu, "Worship You," "Ya Hey" veya "Diane Young" buna örnek. İşte bu yüzden Vampire Weekend'i sevmek müzik sevmek değil, müzikseverliği sevmek. "Diane Young" demişken, Ezra Koenig parçada kullanılan ses efektlerini bir insanın farklı zamanlarındaki ses tonları olarak tasarladıklarını anlatıyor. Genç ölmekle uzun yaşamayı karşılaştırdıkları bir parçaya da böylesi bir buluş çok güzel gidiyor. 
Bir albümü gerçekten çok sevdiğimde ve fazlasıyla dinlediğimde, yeni bir tura başlarken "Hadi bakalım bu sefer hiç duymadığım bir şey duyayım, hiç fark etmediğim bir detay yakalayayım" derim. "Modern Vampires of the City" beni hiç sürprizsiz bırakmadı henüz. Mükemmel düşünülmüş, mükemmel yazılmış, (Rostam Batmanglij'e teşekkürler) mükemmel kaydedilmiş bir albüm bu. Bakın mesela "Step"in vokalleri kaydedilirken onlarca denemeye karşın nakaratlarda ilk demo kullanılmış. Rostam'ın evinde Ezra'nın bir laptop'a kaydettiği o ilk versiyona. Öyle ki, dışarıdan geçen trenin sesinin de kayıtta duyulabildiğini söylüyor Batmanglij. "Yeterince dikkatli dinlerseniz fark edebilirsiniz" diyor. Denemeye devam edeceğim. 

Wednesday, July 24, 2013

These New Puritans: Ters Yol





Bu yazı, Blue Jean Haziran sayısında yayınlanmıştır. 
İngiltere’nin aykırı grubu, üçüncü albümü ‘Field of Reeds’te yine keşfedilmemiş yollar buluyor.

NME sağolsun, 2000’lerde çok sayıda benzer grup dinledik. İsimleri “the” ile başladı, “s” ile bitti. İnce gitarlı, yüksek tempolu, punk gazlı şarkılar dinledik. Eğlendik, ama o grupların da pek azı kendisini geliştirebildi. Pek çok iyi ilk albüm dinledik, sonrasında da gerisini getiremeyen gruplar kaldı bize. NME de “İngiltere’nin en iyi yeni grubu” diye pohpohladığı pek çok grubun ikinci albümde çöküşünü keyifle izledi, onlara 10 üzerinden 2-3 puan verirken dalga geçti durdu.

These New Puritans’da bunun biraz tersi oldu. NME “İlk biz keşfettik” havasına giremedi, Southend-on-Sea çıkışlı grubun büyümesini geç takip etti, tabiri caizse trene geç bindi. İlk albümleri”Beat Pyramid”de birkaç tane gitarlı, gaz şarkı da barındırmalarına karşın klavyeli altyapıları, sert davulları ve suratına suratına sözlerle ucundan hip hop etkilenimleri de taşıyan bir kayda imza attılar. Asıl hamleyi ise ikinci işleri “Hidden”la yaptılar. Volümü düşürdükleri, perküsyonu öne çıkardıkları ve daha ilkel bir müzik yaptıkları “Hidden” 2010’un ilk günlerinde çıktı ve sağlam eleştiriler aldı. Yıl biterken NME yılın albümü payesini “Hidden”a verdi. 12 ay geçmişti ve biz hala ‘Attack Music’ ve ‘We Want War’un büyüsünden kurtulmuş değildik. Belki tüm albüm o kuvvette değildi, belki NME bir İngiliz grubunun kurallara bu kadar uymayışından biraz fazla etkilenmişti ama yine de These New Puritans’ınki saygıdeğer bir çabaydı.

Yeni albüm “Field of Reeds”te yine beklenmeyen tarafa gidiyor These New Puritans. Bu sefer daha minimal, piyano ağırlıklı, sakin ve karamsar bir işe imza atıyorlar. Vokalist Jack Barnett’ın sesinde yeni perdeler keşfettiği, grubun da ucundan ‘Pyramid Song’-vari bir Radiohead çizgisine yöneldiği bir albüm bu. Biraz caz, biraz art rock, biraz soul.

“İlk albümümüz çıkarken ‘Hidden’ın nasıl olacağını biliyorduk, ‘Hidden’ı yaparken de bu albümün nasıl olacağına dair fikrimiz vardı” demişti grup. Yaptıkları müzikten o kadar emin görünüyorlar ki haklılar galiba. Dördüncü albümü de merakla bekleyeceğiz.