afrika'ya ilk ayak basışım değil bu: son bir buçuk yıl içerisinde üç defa gittim kara kıtaya. dünya kupası için güney afrika'ya gittikten sonra baharda fas'ı gidip görmüştüm. gabon'la üç oldu. gabon'un başkenti libreville'e istanbul'dan gitmek için lufthansa (frankfurt aktarmalı) veya air france (paris aktarmalı) ile uçmanız gerekiyor. (zaten libreville'e günde 10 uçak ya iniyor ya inmiyor. cumartesi akşamı son uçuş bizimkiydi ve uçak dolunca normal vakitten yarım saat erken kalktık!) 7+3 saatlik uçuş ve bekleme süresiyle yarım günden fazla bir süreyi yolda geçiriyorsunuz. ama gabon'a gitmek için yapmanız gereken tek fedakarlık bu değil. zira uluslararası kurallara göre sarıhumma aşısını olmanız gerekiyor. seyahat sağlığı merkezlerine gidip olabilirsiniz. oraya gittiğinizde size bir de sıtma hapı olmanızı da öneriyorlar. gitmeden başlıyorsunuz hapa, haftada birden altı tane kullanıyorsunuz. yine de sadece hap yeterli olmayabilir deniyor ve sinkov denen sinek kovucu spreylerin de yanınızda olması öneriliyor. yine de safariye değil de şehir merkezinde takılmaya gidiyorsanız o kadar korkmanıza gerek yok.
bize yapılan gezi programı gabon'da afrika uluslar kupası'na ev sahipliği yapacak olan iki şehir (dolayısıyla iki stat) ve çok sayıda tesisi gezdirmek üzerine kuruluydu. başkent libreville'deki stade de l'amitié (dostluk stadı) 40.000 kişilik bir stat. final maçı orada oynanacak. gittiğimiz gün gabon ve brezilya arasındaki dostluk maçıyla resmen açıldı. bize "tüm biletler tükendi" demelerine karşın çok sayıda boşluk vardı tribünde, neden bilinmez. bilet fiyatlarını yaklaşık 10 ila 60 lira civarında tutmuşlardı ve en azından 10 liralık olanların halkın erişebileceği fiyatlar olduğunu söylemişlerdi. ama koskoca brezilya geldiğinde bile stadın dolmaması düşündürücüydü. stat 300 milyon dolara mal olmuş ama bu paranın tamamını çin hükümeti karşılamış. evet, çok tuhaf ama çin milyonları buraya akıtmış. sebep? "jest" diyorlar ama öyle jest mi olur? öğrendiğim, ülkenin kaynaklarında söz sahibi olmak üzere pek çok anlaşmaya da bu sayede imza attıkları oldu. eh, bir zamanlar fransız sömürgesi olan topraklar şimdi de bir başka büyüğün uydusu olarak kalacak gibi. fransa sömürgesi demişken, gabon'da resmi dil fransızca. güney afrika veya mağrip ülkeleri gibi çift dilli değil, düpedüz tek dil var, o da fransızca. para birimleri ise kamerun vs. gibi çevre ülkelerle birlikte ortak kullandıkları "orta afrika frangı."


 bunlar franceville'den bazı kareler. ilk üçü bongoville köyünden, sonuncusu sporcuların konaklaması için yapılan inşa halindeki tesis.
 bunlar franceville'den bazı kareler. ilk üçü bongoville köyünden, sonuncusu sporcuların konaklaması için yapılan inşa halindeki tesis. libreville dışındaki ikinci kent ise franceville olacak. ülkenin doğusunda, yaklaşık 45 dakikalık bir uçak yolculuğuyla gidilen (ve karayoluyla 20 saat civarı sürebilecek) bir yer franceville. buradaki stat 20.000 kişilik. havaalanından stada giderkenki yolda bongoville denen köydeki antrenman sahasını da gördük (botswana çalışacakmış orada). ama sahadan daha etkileyici olan, geçtiğimiz köylerdi. nedense çok acayip bir şekilde duygulandım oralardan geçerken. tek katlı derme çatma evler, en ufak bir şehirleşmenin bulunmadığı yerleşimler, bizim olduğumuz otobüs dışında tek bir dört tekerlekli araç görmeyişimiz, sakin, kendi halinde bir halk... bilemiyorum, sanırım sadece "neden?" dedim. "neden buraya afrika uluslar kupası'nı getirmek istiyorlar ki? bu insanlar bunu istiyor, buna ihtiyaç duyuyor mu ki?" orada çok saf, çok derin bir huzur vardı ama, samimi bir dinginlik vardı. biz bir otobüsle yanından hızla geçerken bile fark edilen bir durgunluk. sanırım son yıllarda seyahatlerimin çoğunu avrupa'ya değil de asya ve afrika'ya yapmaya çalışıyor olmamın adını koyamadığım sebebini hissettim orada. bilinçsizce, kimi zaman anlamlı tesadüflerle, kimi zaman da çevresel fırsatlarla yolumun düştüğü yerlerin aslında neden "aslen gitmem gereken yerler" olduğunu idrak eder gibi oldum... neyse, boşverin.
 aslında sürekli sağa sola koşturmayla geçen gezinin son günü bir ada gibi görünen ama aslında ucundan da olsa anakaraya bağlı olan pongara'ya giderek geçti. pongara, gabon'daki 12 ulusal parktan birisi. aslında baie des tortues, yani kaplumbağalar körfezi, olarak bilinen körfezin gerisinde yükselen inanılmaz güzel bir kumsal ve nefis bir ormandan ibaret. lost adası kadar el değmemiş görünüyordu, inanılmaz etkilendiğimi söylemem gerekiyor. oradaki tüm sahili işleten adam yarı filistinli bir adamdı. daha önce bali'deki otelimizde gördüğüme benzer şekilde, her yer ahşaptan yapılmış. yapay hiçbir şey yoktu. sağdan soldan kertenkeleler geçtiğinde bile hayran hayran renklerine bakıyorsunuz, şehirli reflekslerle korkmak yerine. sanırım stadyum ve tesis gezmekle geçen dört günlük gezinin sonunda orayı görmeseydim, gitmemle gitmemem arasındaki farkı ayırt edemezdim. şu an ise gönül rahatlığıyla "gördüm" diyebiliyorum gabon için. eğer olur da yolunuz düşerse libreville'de merkezde takılmak yerine o milli parkları gezmenizi salık vereceğim ondan...
aslında sürekli sağa sola koşturmayla geçen gezinin son günü bir ada gibi görünen ama aslında ucundan da olsa anakaraya bağlı olan pongara'ya giderek geçti. pongara, gabon'daki 12 ulusal parktan birisi. aslında baie des tortues, yani kaplumbağalar körfezi, olarak bilinen körfezin gerisinde yükselen inanılmaz güzel bir kumsal ve nefis bir ormandan ibaret. lost adası kadar el değmemiş görünüyordu, inanılmaz etkilendiğimi söylemem gerekiyor. oradaki tüm sahili işleten adam yarı filistinli bir adamdı. daha önce bali'deki otelimizde gördüğüme benzer şekilde, her yer ahşaptan yapılmış. yapay hiçbir şey yoktu. sağdan soldan kertenkeleler geçtiğinde bile hayran hayran renklerine bakıyorsunuz, şehirli reflekslerle korkmak yerine. sanırım stadyum ve tesis gezmekle geçen dört günlük gezinin sonunda orayı görmeseydim, gitmemle gitmemem arasındaki farkı ayırt edemezdim. şu an ise gönül rahatlığıyla "gördüm" diyebiliyorum gabon için. eğer olur da yolunuz düşerse libreville'de merkezde takılmak yerine o milli parkları gezmenizi salık vereceğim ondan... 

 
 
